Kur’an-ı kerim, o günkü insanların anlayacakları dilde ve onların anlayacakları seviyede inmiştir. Mesela Arapça bilen Arap halkına Türkçe veya İngilizce inmemiştir. Yusuf suresinin, (Anlayasınız diye biz Kur’anı Arapça olarak indirdik) mealindeki 2. âyeti, tefsirlerde özet olarak şöyle açıklanıyor:
Biz Kur’an-ı kerimi başka bir dille değil, en geniş, en açık, en ahenktar olan Arap lügati üzere indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu kitabın bir şaheser, hükümlerinin, tesirli sözlerinin, bütün insanlığa hitap ettiğini anlar, Müslüman olmayı en büyük en yüksek bir saadet telakki edersiniz. Ey Araplar, Kur’an, sizin dilinizle indi. Birçok edebiyatçının, şairin sözünü bilirsiniz. Hiçbirisine benzemiyor. İncelerseniz, bunun insan sözü olmadığını, ilahi bir kelam olduğunu kolayca anlarsınız.
Kur’an-ı kerim, bir fen kitabı değil, bir iman kitabıdır. Anayasada bile, cezalar kanunlara havale edilir. Kur’an-ı kerimin detaylı bilgisi ise, hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Kur’andaki bilgilerin açıklaması hadislerden ve tefsirlerden öğrenilir. O zamanın insanlarına bitkilerin, ağaçların döllenmesi [tozlaşması] hakkında bugünkü fen bilgileri ışığında anlatılsa, anlayamazlar. Hattâ anlamayanlardan bir kısmı inkâr eder, küfre düşerdi. Kur’an-ı kerimde kısaca, (Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik) buyurulur. (Hicr 22)
Kur’an-ı kerimin bir mucize olduğu çeşitli yönlerden ispatlanmıştır: Peygamber efendimiz, kimseden bir şey öğrenmemiş, hiç yazı yazmamışken ve geçmişlerden ve etraftakilerden haberi olmayan insanlar arasında hâsıl olmuşken, Tevrat’ta, İncil’de ve bütün başka kitaplarda yazılı şeyleri bildirdi. Geçmişlerin hallerinden haber verdi. Her dinden, her meslekten ileri gelenlerin hepsini hüccet ve deliller söyleyerek susturdu. Allahü teâlâ, Resulüne buyuruyor ki:
(Sen bundan [Kur’an gelmeden] önce bir kitap okumuş ve onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı bâtıl yoldakiler, [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derler ve [Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat’ta ümmidir, bu ise ümmi değil diye] şüpheye düşerlerdi.) [Ankebut 48] (Devamı var)