Cömertliğin böylesi!..

Hazret-i Hasan, hazret-i Hüseyin ve Abdullah bin Ca’fer, “radıyallahü anhüm” uzun bir sefere çıkmışlardı. Az sonra acıktılar. O yerde bir kadın görüp; “Hiç yiyecek bir şeyin var mıdır?” diye sordular.
Kadın cevâben;
“Evet var” dedi.
Tek koyunu vardı, kesip doyurdu onları…
Aradan yıllar geçti, bu kadıncağız fakîrleşip, maîşet için Medîne’ye geldi. Hazret-i Hasan bir görüşte tanıdı kadını.
Bin koyun verdi.
Bin adet de altın.
Sonra kardeşi Hüseyin’e gönderdi. Hazret-i Hüseyin sordu: “Hasan ne verdi sana?” “Bin koyunla, bin altın” deyince, hizmetçisine; “Bana bin altın getir!” dedi.
O da peki dedi.
Ve getirip verdi.
O bin altını kadına verdi. Bin adet de koyun vereceğini vâdedip Abdullah bin Ca’fer’e gönderdi. O da sordu kadına: “Hüseyin ne verdi sana?”
“Bin altın, bin koyun.”
“Pekâlâ” dedi.
O da bin altınla bin koyun verip, gönderdi kadıncağızı…

NİÇİN AĞLARSINIZ?
Bir gün hazret-i Hasan “radıyallahü anh” ağlıyordu. “Niçin ağlarsınız?” dediler. Derinden bir “Âh!” çekip, “Bize yazıklar olsun” dedi.
Ona suâl ettiler:
“Niye âh edersin?”
“Daha ne olsun, yedi gündür hânemize misâfir gelmedi” dedi.

TİTRİYORDU
Hazret-i Hüseyin de bir gün namâza duracaktı. Seccâdenin üzerinde titremeye başladı. “Neden titrersiniz?” dediler. Bir âh çekti ve; “Az sonra Rabbimin huzûruna çıkacağım, nasıl titremeyeyim” buyurdu.

Comments are closed.