Onu anlayamadılar!..

(Dünden devam)

Mus’ab bin Umeyr’i “radıyallahü anh”, bizzat öz babası, karanlık bir mahzene tıkmış işkence ediyordu. Niye? Dîninden dönsün diye. Ama hayır. Hiçbir şey onu dîninden döndüremeyecekti.
Adam şaşırdı.
Artık çâresizdi.
İşkence kâr etmeyince, alttan aldı. “Oğlum câhillik etme. Muhammed’i inkâr et. Sen bu şehrin en akıllı genciydin. Ona nasıl kandın?” dedi. Hazret-i Mus’abınsa cevâbı tek cümleydi: “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah…”
Yeniden zindan.
Tekrar işkence.
Bir gün sâatlerce kırbaçlayıp, yüzünü kumlara sürttü. Elleri kabarasıya değnek vurdu. Kızgın kayalara bağlayıp, terk etti sahrâya. Ama Mus’ab, bir yolunu bulup çözdü urganlarını, koştu Efendimize.
Babası delirdi.
Pes de etmedi.
Şehirde bir nevi ambargo uyguladı ona karşı. Hazret-i Mus’ab için anne baba yoktu artık. Âile akrabâ, konu komşu yoktu. Ama, “Allah” vardı celle celâlüh. Allahın Habîbi vardı.
Mü’minler vardı.
Bunlar da kâfiydi.
Derken Habeşistana hicret etti. Ama bir süre sonra Efendimizi özledi. Burnunda tüttü âdeta. Ve dayanamadı. “Ölümse ölüm!” deyip düştü yollara. Şehre girdiğinde, Efendimiz Hazret-i Alî ile bir kenarda oturmuş sohbet ediyordu.
Onu gördüler.
Hüzünlendiler.
Mübârek gözleri yaşla doldu. Çünkü üzerinde, iplikleri sökülecek kadar pörsümüş ve yamalı bir elbise vardı.
Eskiyi hâtırladı.
Hazret-i Aliye;
“Anne ve babasının, ona en iyi yiyecek ve içecekleri verdiğini bilirim. Ama Allah ve Resûlünün sevgisi uğruna ne hâle gelmiş” buyurdular…

Comments are closed.