Hazret-i Hüseyin “radıyallahü anh” henüz küçüktü. Dedesinin evindeydi. Bir zaman sonra annesine gitmek arzu etti. Hava ise yağmurlu idi. Çıksa ıslanacaktı. Efendimiz Onu çok seviyordu.
Duâ buyurdu.
Yağmur durdu.
Hüseyin “radıyallahü anh” eve gidinceye kadar, yağmasına ara verdi. O eve girince, tekrar yağmaya başladı.
SEN BİRİNİ SEÇ
Bir gün Resûlullah efendimiz, Hazret-i Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhîm’i sol dizine aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip; “Hak teâlâ, bu ikisinden birini alacak. Sen birini seç!” dedi. Efendimiz mahzun olmuştu.
Bu bilgiyi aldı.
Cevâbında;
“Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi, Alî’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Ama İbrâhîm giderse, en çok ben üzülürüm. Onları kendime tercîh ediyorum” buyurdular.
Üç dört gün geçti.
İbrâhîm vefât etti.
YÜZÜ NURLUYDU
Hüseyin “radıyallahü anh”, Resûlullahın yanına her gelişinde, Efendimiz Onu öper ve; “Selâmet ve se’âdet o kimseye ki, oğlum İbrâhîm’i ona fedâ ettim” buyururdu.
Çok güzeldi.
Ve nurluydu.
Öyle ki, karanlık gecede etrâfını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defâ hacca gitti. Berâberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi.
Çok cömertti.
Bu hususta;
“Cömert, efendi olur, cimri ise hor olur. Mü’min kardeşini kendinden önce düşünen, âhirette daha iyisini bulur” buyururdu…