Âlim ve evliyânın büyüklerinden Ebû Hafs-ı Kebîr hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” ilimde yüksek dereceye ulaşmasının sebebi bir hâdiseye dayanır.
Kendi yaşamıştır.
Şöyle nakledilir:
Gençlik yıllarında ilim ve iffet sâhibi, sâlihâ bir kızla evlendi. İlk gece kız buna; “Kadınların âdet hâlleriyle ilgili hayz ilmini öğrendin mi?” diye sordu.
Ebû Hafs bilmiyordu.
“Öğrenmedim” dedi.
Bunun üzerine; “Allahü teâlâ, bir âyet-i kerîmede meâlen; ‘Kendinizi ve emrinizde olanları Cehennemden koruyun!’ buyuruyor. Câhil olan nasıl koruyabilir?” dedi.
Ebû Hafs utandı.
Ve mahcup oldu.
Ama böyle söylemesi hoşuna da gitmişti. Hanımını Allahü teâlâya emânet ederek, ilim öğrenmeye çıktı. Merv şehrinde onbeş sene büyük âlimlerden ilim tahsîl etti.
Kimdi o âlimler?
İmâmı Muhammed.
Bu zat, İmâm-ı a’zam hazretlerinin en yüksek talebelerindendir. Velhâsıl bu kadar zaman ilim öğrendikten sonra vatanına dönmek için hocasına vardı.
İzin istedi.
O da verdi.
Dönüşünde, yanında Ebû Süleymân-ı Cürcânî de vardı. Hârezm’de, Ceyhun Irmağının üzerinden geçiyorlardı ki, Ebû Hafs’ın ayağı kaydı birden.
Kitaplar savruldu.
Hepsi suya düştü.
Çok üzülüp, Ebû Süleymân’dan, yazmak için Onun kitaplarını ödünç istedi. O ise cevâbında; “Sen, öyle ilim öğrenmeliydin ki, kitaba ihtiyâcın kalmamalıydı” dedi.
Ona haklısın dedi.
Merv’e geri geldi.
Altı senede o kitapları ezberleyip “âlim” olarak hanımının yanına döndü. Buhârâlılar, kendisini karşılayıp çok izzet, ikrâm ve tâzimde bulundular.