Anadolu evliyâsından Beyzâde Efendi “rahmetullahi aleyh” hac yolculuğuna çıktığı yıllarda yanına oğlu Behâeddîn Efendiyi de aldı.
Bir fakir gördü.
Durup bir baktı.
Sonra oğluna; “Buna bir kuruş ver” dedi. O da verdi. Az sonra bir fakir daha gördü. Ona da bakıp; “Buna yarım kuruş ver” dedi. Oğlu yarım kuruş verdi.
Bir genç gördü.
Durup bir baktı.
Oğluna dönüp:
“Buna yirmi kuruş ver” dedi. Oğlu kalbinden; “Babamı da anlamak zor. Köre sağıra yarım kuruş, genç adama yirmi kuruş” dedi.
Öyle düşündü.
Babası anladı.
Oğluna dönüp; “Sen bu işe karışma. O fakirler kendileri için aldılar. Bu genç ise, bizden aldığını fakirlere dağıtacak” dedi. Ve yollarına devam ettiler.
CANIM ÇEKTİ
Beyzâde Efendi, ömreye niyet ettiğinde hanımı hâmile idi. Burnuna kızarmış et kokusu gelince; “Efendi! Şu et kızartılan eve git, benim için bir parça isteyiver” dedi.
Beyzâde Efendi;
“Peki olur” dedi.
Gidip o evi buldu. Kapıyı çaldı. Çıkan kadına durumu söyleyince, kadıncağız; “Verirdim ama bu et size câiz değil” dedi. Neden?” deyince ağladı.
Ve şöyle anlattı:
Üç gündür açız.
Dışarı çıktım.
Ölü bir köpek gördüm. Etinden bir parça kesip eve getirdim. Şimdi onu kızartıyorum. Büyük velî bunu duyunca koştu eve. Ömre için ayırdığı parayı getirip bu kadına verdi. Ve kârlı çıktı.