Cünd vâlisi, bir gün Ebû Abdullah Ca’fer hazretlerine “rahmetullahi aleyh” haber gönderip insanlara doğru yolu göstermesini ricâ etti.
Ebû Abdullah ona;
“Bir şartla” dedi.
“Şart ne?” deyince;
“Bana hâkimlik teklîf etmeyeceksin” buyurdu. Kabûl edince, Cünd’e gelip yerleşti ve insanlara ilim öğretmeye başladı.
Sonra vâli değişti.
Cünd şehrine geldi.
Ve oranın halkına; “Bu şehirde en büyük âlim kimdir?” diye sordu. Onlar da; “Burada en büyük âlim Ebû Abdullah Ca’fer’dir” dediler.
“Çağırın gelsin!” dedi.
Gidip çağırdılar.
Gelince kendisine; “Bu şehrin hâkimi sensin” dedi. O ise; “Ben bu vazîfeye lâyık değilim” dedi ve oradan ayrılıp köyünün yolunu tuttu.
Vâli Süleyhî de,
buna sinirlendi.
Nereye gittiğini öğrenip adamlarıyla peşine düştü. Nihayet yetiştiler. Hücûma geçtiler. Kılıçları çekip, mübârek bedenine defâlarca vurdular. Ancak Allahü teâlânın hikmetiyle kılıçları kesmedi. Ama darbeler tesiriyle bayılıp düştü.
Onlar anlamadılar.
Öldürdük, dediler.
Ve ayrılıp gittiler.
Oradan geçmekte olan birisi Ebû Abdullah Ca’fer hazretlerini tanıyıp köyüne götürdü. Köylüler başına gelenlerden sordular.
“Ne oldu?” dediler.
O da cevap verdi.
Her şeyi anlattı.
Son olarak; “Onlar bana kılıçla vururken ben Yâsîn-i şerîfi okuyordum. Kılıçları beni kesmedi” buyurdu.