(Dünden devam)
Yemlîhâ adındaki meşhûr râhibin, Hazret-i Ebû Bekr’e verdiği mektupta şunlar yazılıydı: “Esselâmü aleyke yâ Muhammed! Sen âhır zemân Peygamberisin. Bu mektûbu Ebû Bekr ile sana gönderiyorum. Ben sana îmân ettim ve sana ümmet oldum. Eğer hazretine yetişirsem, gelip önünde gazâ ve cihâd ederim. Yetişmezsem, âhırette beni şefâ’atinden unutmayasın…”
Hazret-i Ebû Bekr;
“Ey rü’yâmı ta’bîr eden kişi. Eğer dediğin gibi çıkarsa, benden yüz altın alacağın olsun” dedi.
Ve Ondan ayrıldı.
Mekke’ye vardı…
Aradan oniki yıl geçdi.
Resûl-i ekrem “aleyhisselâm” Hak teâlânın emriyle Ebû Kubeys dağına çıktı.
Vakit gece yarısıydı.
Yüksek sesle;
“Ey insanlar! Lâ ilâhe illallah deyiniz!” diye seslendi.
Hazret-i Ebû Bekr uyanıktı.
Bu sesi işitti.
Ve hemen;
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” dedi.
Birkaç gün geçti.
Bir gün yolda gidiyordu.
Birden Resûlullah hazretleriyle karşılaştı.
Fahr-i âlem yaklaştı.
Ve Ona bakıp;
“Ne olaydı, İslâma geleydin” buyurdu.
O zâten inanmıştı.
Şehâdeti söylemişti.
Parmağını kaldırıp;
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” dedi.
Ve ilk Müslüman oldu.