Fâtıma binti Esed, Kâbe’yi tavâf ediyordu. Doğum alâmetleri belirince Kâbe-i şerîfe girdi. Ellerini açtı.
Hak teâlâya;
“Yâ Rabbî! Bana bu doğumu kolay eyle” diye yalvardı.
O an garip bir şey oldu.
Beytin duvârı yarıldı.
Fâtıma gözden kayboldu
Üç gün görünmedi.
Dördüncü gün, Kâbe’den çıktı.
Elinde yeni doğmuş bebeği (Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü anh”) vardı.
Onu bağrına bastı.
Evine götürdü.
Beşiğine yatırdı.
Ebû Tâlib gelip, yüzünü görmek için örtüsüne el uzattığında, hazret-i Alî, eliyle görmesine mâni oldu.
Yüzünü örttü.
Göstermedi.
Vâlidesi de gelip, emzirmek istediğinde, Ona da ma’nî oldu.
Ebû Tâlib sordu:
“Buna ne isim koyalım?”
O da cevâben;
“Bu çocuğun pençesinde arslan kuvveti var. Haydar olsun” dedi.
Haydar, arslan demektir.
Ebû Tâlib;
“Olabilir” dedi.
Ve ardından;
“Benim niyyetim Zeyd ismini vermektir” dedi.
O Server doğumu duydu.
Sevinip şâd oldu.
Ebû Tâlib’in evine vardı.
Ve onlara;
“Bu çocuğun ismini ne koydunuz?” diye sordu. (Devamı yarın)