(Dünden devam)
Annesi, hazret-i Hûd’a;
“Putlara ibâdet etmiyorsun öyle mi?” diye sordu.
Hazret-i Hûd
“aleyhisselâm”;
“Anneciğim! O putlar, hiç kimseye zarar ve faydası dokunmayan taş parçalarıdır. İbâdet olunmaya hakkı olan, yalnız Allahü teâlâdır” dedi.
Annesi sevindi.
Ve Ona sarılıp;
“Yavrucuğum! Sen bildiğin şekilde ibâdetine devam et” dedi.
Ve şöyle anlattı:
“Sen doğdun.
Etrafa baktım.
Kuru ağaçlar yeşillenmişti.
Ve meyve vermişti.
Seni kucağıma aldım.
Bir yere gidiyordum.
Karşıma heybetli biri çıktı.
Seni benden aldı.
Nûrânî kimselere teslim etti.
Sonra bana geri verdiler.
Başında nûr hâlesi vardı.
Onlardan biri sana hitâben;
‘Allahü teâlâ seni peygamber kıldı. Müjdeler olsun’ dedi.
Ve gözden kayboldular.
Bu hal şeytânî değildi.
Rahmânî idi.
O kimseler de melek idi…”
Velhâsıl hazret-i Nûh‘un torunlarından olan hazret-i Hûd, Ahkâf denilen yeri yurt edindi.
Zamanla evlâdı çoğaldı.
Büyük bir kabîle oldu.
Bunlara Âd kavmi denildi.
Bunlar uzun boylu idiler.
Cüsseli ve kuvvetliydiler.
Tuttuğunu koparan kimselerdi. (Devamı yarın)