Hazret-i Osmân’ın (radıyallahü anh) zengin olup, evinde hizmet eden üç yüz câriyesi vardı. Bir gün insanlık îcâbı olarak câriyelerden birine baktı.
Hazret-i Rukayye bunu gördü.
Gönülleri huzûrsuz oldu.
Lâkin belli etmedi.
Beyinin yanına geldi.
Kibarca izin isteyip;
“Ben babamın saâdethânelerine gideceğim” dedi.
Hazret-i Osmân dinleyip;
“Pekâlâ” dedi.
Ona izin verdi.
Lâkin gidiş sebebini tahmin etmişti.
Kalbine bir ateş düştü.
Çok üzülmüştü.
Kendi kendine;
“Habîbullah hazretlerine varıp, benden şikâyet ederse hâlim nice olur. Ne dünyâda, ne de âhırette yerim kalmaz” dedi.
Derhâl abdest aldı.
Namaza durdu.
Sonra mübarek yüzünü ve sakalını yerlere sürüp, Hak teâlâ hazretlerine ilticâ edip af ve mağfiret için çok duâ ve niyâz eyledi.
Hazret-i Rukayye de gitti.
Babasının huzuruna girdi.
Resûl-i ekrem Efendimiz onu üzgün gördüler.
Hâliyle üzüldüler.
Ve ona dönüp;
“Ey benim ciğergûşem, seni üzgün görüyorum. Seni böyle üzen nedir?” diye sordular.
O başını kaldırdı.
Gayr-i ihtiyâri ağladı.
Resûl-i ekrem’e;
“Ey benim devletli babam, sultânım. Senin şân-ı şerefine lâyık mıdır ki, zevcim hazret-i Osmân benim üzerime câriyeye baksın. Üzülmem bundandır” diye arz etti. (Devamı yarın)