Bir gün Sahabe-i güzinden bazıları, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in huzurlarına varıp “Yâ Resûlallah! Ebu Bekir, evinde ciğer kebabı yer, lakin bizi davet etmez” dediler.
Onu şikâyet ettiler.
Efendimiz dinledi.
Ve onlara “Bir daha böyle yaparsa bana haber veriniz. Birlikte evine gidip sebebini kendisinden soralım” buyurdu.
*
Ertesi gün oldu.
Yine onun evinden ciğer kebabı kokusunu duyup Resûlullah’a haber verdiler. Server-i Âlem Efendimiz derhâl kalkıp Hazret-i Ebu Bekir’in hanesine teşrif ettiler.
İçeri girdiler.
Kebap kokusunu aldılar.
Ama ne ateş vardı.
Ne de kebap.
*
Merak etmişlerdi.
Hazret-i Ebu Bekir’e dönüp “Yâ Eba Bekir! Bu evde ciğer kebabı kokuyor. O kebaptan bize de ikram etmez misin?” buyurdular.
O birden şaşırdı.
Ve “Yâ Resûlallah! Ben ciğer kebabı yemedim” dedi.
Sordular ki:
“Bu koku ne öyleyse?”
“Pişen, kendi ciğerimdir” dedi.
Yine sordular ki:
“Ciğerin niçin pişti?”
O, cevaben “Yâ Habiballah! Hak teâlâ bana İslam dinini nasip etti ve Habibinin dostlarından eyledi. Kıyamet gününde hâlim nice olur? Allahü teâlânın huzurunda bu nimetlerin şükrünü yerine getirebilir miyim, diye korkudan ciğerim kebap olmuştur” diye arz eyledi.