Allahü teâlânın sevdiklerinin ve Allahü teâlâyı sevenlerin dirilerini ve ölülerini seven kimse, büyük saâdete, iyiliklere kavuşur. Onları sevmek, onların düşmanlarına karşı ve onları kötüleyen câhillere karşı, onları savunmak, övmek demektir. Dünyâya düşkün olanların en kötüleri, Allahü teâlânın sevdiklerini, evliyâyı kötüleyenlerdir. Dünyâya düşkün olmak, bütün kötülüklere yol açar. Hased, hırsızlık, rüşvet, kibir gibi harâmlara sebep olur. Câhil din adamlarının kibirli olmaları, hep dünyâya düşkün olmalarından ileri gelmektedir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin kalbinin açılması, bâtın ilimlerine kavuşması, tasavvuf büyüklerini sevdiği, onları savunduğu için olduğunu, kendisi bildirmektedir. Rûh-ul-kuds kitâbında diyor ki:
“Elhamdülillah! Câhil din adamlarına karşı, evliyâyı hep savundum. Ölünceye kadar da savunacağım. Bunun için, kalb bilgilerine kavuşturuldum. Onlara saldıran, isimlerini söyleyerek kötüleyen, kendisinin câhil olduğunu ortaya koyar. Bunun sonu felâket olur.”
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(İnsanlar, kendilerine ihsân, iyilik edenleri sever. Bu sevgi, insanın yaratılışında vardır.)
SEVGİDEN MAHRUM OLAN!..
Yapılan ihsân, ne kadar kıymetli ve ne kadar çok olursa, sevgi de o kadar fazla olur. Bunun için, herkes anasını, babasını, hocasını, ustasını, vatanını, din kardeşlerini çok sever. Bir Müslümânın hocası, kendisine, din ve dünyâ bilgilerini, îmânını, Allahını, Peygamberini, güzel ahlâkı öğrettiği için, onu herkesten çok sever. Bu sevgi, cibillîdir, insanın doğuşunda vardır. Bu sevgiden mahrûm olan kimse, hakîkî insan değildir, hayvân gibidir. Çok sevilen kimse, insanın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Onun şekli, kalbine yerleşir. Bu hâle râbıta denir. Bir insanın kalbinde, bir velînin râbıtası hâsıl olursa, onun kalbine, kendi mürşidlerinden gelmiş olan feyizler, bunun kalbine de akar. Feyiz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yaptıran bir nûrdur, bir kuvvettir. Feyizler, Resûlullah efendimizin mübârek kalbinden yayılmakta, evliyânın kalbleri vâsıtası ile, evliyâyı çok seven kalblere gelmektedir.
Resûlullah efendimizin mübârek kalbinden yayılan feyizler, ma’rifet nûrları da, bu kalbe bağlı olan kalblere gelir. Kalbleri bağlayan bağ, muhabbettir. Eshâb-ı kirâm, Resûlullah efendimizi çok sevdikleri için, bu nûrlara kavuştular. Sevgi ne kadar çok olursa, gelen feyiz de çok olur.
Sevmek, inanıp, işleri ve ahlâkı, Resûlullah efendimizinki gibi olması için çalışmak demektir. Eshâb-ı kirâmın kalblerine gelen feyizler, sonraki asırdaki gençlerin kalblerine de geldi. Bunların da İslâmiyete uymaları kolay ve tatlı oldu.
İslâmiyet ve fen bilgileri, düşünmek, hesâp yapmak, akıl ile olur. Akıl dimâğda, beyinde bulunur. İmân, muhabbet ve ma’rifet ve bir şeyi hâtırlamak yeri ise kalbdir. Feyze, nûra kavuşan bir insanın kalbi, ilimler, ma’rifetler, kerâmetler hazînesi olur. Bu insana velî ve mürşid denir. Bu saâdete kavuşmak için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak, İslâmiyete tâbi olmak ve mürşidi sevmek, sıkıntılara katlanmak şarttır.
ŞARTLARINA UYARAK ÇALIŞAN…
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kalbinde sevgi taşıyanların sıkıntı ve üzüntü çekmeleri lâzımdır. Dervîşliği seçenlerin dertlere, sıkıntılara alışması lâzımdır.
Sevgili, sevenin çok üzülmesini ister. Böylece, kendinden başkasından büsbütün soğumasını, kesilmesini bekler. Sevenin rahatlığı, rahatsızlıktadır. Âşığa en tatlı gelen şey, sevgili için yanmaktır. Sükûnet bulması çırpınmaktadır. Rahatı, yaralı olmaktadır. Bu yolda istirâhat aramak, kendini sıkıntıya atmaktır. Bütün varlığını sevgiliye vermek, ondan gelen her şeyi seve seve kapmak, acısını, ekşisini, kaşları çatmadan almak lâzımdır. Aşk içinde yaşamak böyle olur. Elinizden geldiği kadar böyle olunuz! Yoksa, gevşeklik hâsıl olur. Sizi bu dağınıklığa sürükleyen şeylerin, toparlanmanıza da sebep olacaklarını biliniz!”
Netice olarak, bedeni besleyen rızıklar ve kalbi temizleyen feyizler, nûrlar, ezelde takdîr ve taksîm edilmiştir. Fakat, bunlara kavuşmak için, âdet-i ilâhiyyeye uymak, sebeplerini aramak, bulmak için çalışmak lâzımdır. Şartlarına uyarak çalışana, elbet verilir.