Doktorsuzluğu bilir misiniz?

Şimdi her şey çok da, galiba kıymeti ondan yok… Ben çocukluğumu hatırlıyorum da koskoca ilçede doktor bulamazdık. “Bayram Doktor” diye ince, uzun boylu, elinde şişkince çantalı biri vardı, evlere girip çıkan. Belki askerde sıhhiye olmasıydı sağlıkla ilgisi. 

Bir gece annem, ağrıdan kıvranıyordu. Köyden sabaha doğru traktörün römorkuyla kasabaya taşıdık. Gün ışırken sağlık ocağına ulaştık. İçeride kimse yoktu. Bayram Doktor’un evini bulduk. Zili çaldık. Kapıyı açan olmadı. 
O günün sonrasını hatırlamıyorum ama anneciğimin bu ağrısının ara sıra artarak seneler boyu sürdüğünü biliyorum.
Bir gün kim tavsiye ettiyse ona içmeleri tavsiye etmişler. Anadolu’da pek çok içme, şifalı su kaynağı vardır… Gebze’de teyzemlerin yanında kalarak bir müddet içmelerden su içerek rahatlamıştı annem. 
Yine hiç unutmam. 7-8 yaşlarındayım. Bir gün annemler tarlaya gitmiş beni de evde yalnız bırakmışlardı. Ahırdaki hayvanları yemleyip sulamam gerekiyordu. Öğleye doğru rahatsızlanır gibi oldum. Beton zemin üzerinde üzüm ezdiğimiz kabın içine yattığımı hatırlıyorum. Tarladan dönünce beni bulamamış epey aramışlar telaşla. Sonunda yanağım kıpkırmızı bulmuşlar beni. Kızamık çıkarıyormuşum. O dönemlerde kızamık da çıkarsan öyle tedavi hastane falan yok. Yatak istirahati bile bahtına… Denk gelirse…
Geçtiğimiz senelerde bir gün sormuştum anneme: 
“Anacığım, beş yaşlarında falandım. Seninle bir yere gidiyorduk. Arabaya koştuğumuz ve katana dediğimiz at ile galiba… Yağmurlu bir gündü. Geçtiğimiz derenin suyu atın karnına geliyordu. Sahi biz nereye gidiyorduk?”
Acı acı güldü annem: 
“Ah be kızanım. Nereye olacak komşu köydeki Beş Bacalı Ali Hocaya… Hasta olmuştun, doktor olmayınca ona götüreyim demiştim.”
Benden sonra doğan Salih kardeşimle ilgili anlattıkları ise hem anamı ağlatıyordu hem dinlerken bizi:
“Senden önce… Salih adını verdiğim bir çocuğum olmuştu. Çok tatlıydı. Bir yaşına yaklaşmıştı… Soba borusuna asılı bezlerine bakıp bakıp gülerdi. Bir gün durmaksızın ağlamaya başladı. Çok ateşi vardı. Bir türlü ateşini düşüremedim. Alnına tuttuğum ıslak bezden buhar geliyordu. Doktor yok ki götüresin. Kaç saat ağladı tam olarak bilemiyorum… Ama on saatten fazla sürdü… Sonunda çocuk ağlaya ağlaya çatladı… Vefat etti. 
Sırtındaki gömleği terden suya batırılmış gibi olmuştu. Bir ananın hıçkırıklar içinde ölüme giden evladını seyretmesinin ne demek olduğunu bilebilir misiniz? Bilemezsiniz. Ancak ana olup o çaresizliği yaşayınca biraz bilebilirsin.” Çok şükür şimdi doktor da var hastane de çare de… 
            Rumuz: “Şükür”-Edirne

Comments are closed.