Dile kolay… 70 sene önce yaşadığım bu anı bir fotoğraf makinesiyle kaydetseydim belki eskirdi. Ama kalbime nakşolan bu olay hâlâ dün gibidir. Hatırladıkça gözlerimden yaş gelir.
Evet pazar yerinden akşama beş parasız dönüyordum. Herkes heybesini doldurmuş evinin yolunu tutmuştu.
Dedemin yanına bir daha gitmedim. Kafileye de katılmadım. Bir burukluk içinde Kirmir Çayı’nın derin sularını taşlaya taşlaya dönüşe geçtim. Komşulardan bazıları sesleniyordu:
-Evladım nehre falan düşersin. Gel birlikte gidelim…
Çocuksu bir protesto ve isyankâr bir gözle bakıyor, yine suları taşlamaya devam ediyordum.
İçlerine karışmadan kısa ve kestirme yollardan köyün önüne çıktım. Köye girerken Allah rahmet eylesin Çavuş Ebe, bahçesinden ayva döküyordu. Osmanlı kadınıydı. Sesledi:
-Evladım buraya gel bakalım. Nereden geliyorsun böyle?
-Pazardan.
-Ah be çocuğum bu nasıl Pazar. Elinde bir şey yok.
Bana bir ayva verdi. “Annene selam söyle” dedi. Sanki tam Pazar görmüş gibi sevinerek eve döndüm. Annem bana yıllar yılı “bir ayva ile pazardan gelen oğlum” diye espri yapmıştır.
Neyse, kapıdan gidim, annemle göz göze geldim.
-Ne yaptın oğlum? Baban gelmedi mi?
-Hayır anne.
-Dedeni görmedin mi?
-Gördüm. Ama çıkartıp beş kuruş vermedi.
Ben de istemedim.
O anda annem, elini böğrüne koydu. Öyle bir “ah!” çekti ki hâlâ kalbimin derinliğinde o ses yankılanır. Gözlerim dolar gelir.
Ne kadar kutsaldır bu anneler:
-Evladım sen acıkmışsındır, yemeğini hazırlayayım, dedi. Kalktı. Yumurta pişirdi. Sofraya pekmez, peynir koydu. Yemeğimizi yedik. Arada bir “evladım ben sana gitme demedim mi?” diyordu.
Yorulmuşum. Sekide uyuklamaya başladım. Annem pencerenin önüne oturdu. Güneş de pencereden vurmuştu.
-Gel yavrum başını dizime koy da uyu, dedi.
Başımı annemin dizine koydum. Sarı saçlarımı okşaya okşaya bir özür dilercesine hüzünlü bir şekilde beni uyutmaya çalışıyordu.
Bir ara dalmışım. Gizlediği gözyaşlarından bir iki damla yüzüme düştü. Gördüm ki annemin gözyaşları sicim gibi akıyordu. Artık gizleyecek bir şey kalmamıştı.
Oğluna bir pazar harçlığı olarak 25 kuruş bile veremediğinden olacak ki gizlemeye çalıştığı gözyaşlarını açığa vurdu. Beni kucakladı. Kollarının arasına aldı. Hıçkıra hıçkıra ağladı, ağladı… İçini boşalttı.
Bu hazin durumu yaşayalı tam yetmiş sene oldu. Öyle kalbime yer etmiş ki sanki dün olmuş gibi. O dedemin elini yeleğinin cebine koyuşu… O kadife yeleğinin çizgileri… O pazarın ihtişamı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden hiç gitmez…
Halil Işıkoğlu-Kayaşehir/İstanbul