Şuna bak, bir de para istiyor!

Ne yalan söyleyeyim… O 23 Nisan’da ağabeyimle ben, öğretmenlerden fırça yiyeceğimizi bile bile törene gitmedik. Bir gün öncesinden hazırlık yapıp sabah haydi rastgele… Doğru Keban Barajına, balık tutmaya… 

Zaten bu balık işini hep yapardık. Az tutarsak ilçede, çok tutarsak şehirde satar; parayı bir güzel harçlık yapar yerdik. 
Sinema garanti bir de kebap, gel keyfim gel. O zaman su beleş… Garson sürahiyi masanın ortasına koyardı. En çok kızdığım ise değişik yemekler söylemiş isek yemeklerimizin aynı anda gelmemesiydi. Öyle ya onun yemeği önce gelse ağzımın suyu aka aka tabağına bakardım. Biraz alsam vermez. 
Benim yemeğim önce gelse bitirip bu kez seyret ağabeyi… Bir tane daha söylesem olmaz. Yani arkadaş, şu yemekleri beraber getirsen ne olur ki? Hâlâ gıcık oluyorum bu işe :(
Neyse. O 23 Nisan günü 9-10 kadar sazan tuttuk ki epey büyüktüler…  Yol ise bu kez uzaktı. Çünkü barajın öte tarafına doğru açılmıştık. İnsana göre biz küçük, balığa göre onlar büyüktü… Zor taşıyorduk. 
Jandarma karakolunun önünden geçerken omzunda yıldızı olan iki adamdan biri elini arkaya atmış mağrur bir duruştaydı. Hoş jandarmalara da balık satardık ama yıldızlısı hiç denk gelmemişti. 
Ne sorduğunu hatırlamıyorum. Ama âdeta bizi sorguya çeker gibi durdurdu. Yanındaki erlere en büyük olanı işaret ederek emretti: 
-Şunu çıkarın!.. 
Biz de daha ilçeye girmeden siftah yapacağız diye seviniyoruz. “haydi, bugün işler iyi. Zaten on balıkla şehre gidilmez. Minibüs parasını kurtarmaz… 
Parmağıyla gösterdiği balığı çıkarıp gırtlağına bir olta ipi, ucuna da düğüm attın mı tamam. 
Balığı verdik. Ama adam döndü gidiyor… 10-12 yaş çocukluğunun verdiği saflık ve cesaretle ardından seslendim:
-Balığın parasını versene! 
Sanki adam değil omzundaki yıldızlar döndü… Yanındakine “Şuna bak bir de para istiyor. Haydi git işine bitli seni!” diye tersledi. 
Duyardım da inanmazdım. O an dünya başıma yıkıldı. Yer, ayağımın altından kaydı. Başımdan kaynar sular döküldü… Her halde anlatmak istedikleri buydu. 
Kalp kırılması nedir bilmiyordum ama benim içimde o an bir şeyler öyle bir kırıldı ki balık da para da gitti gözümün önünden. 
Korktum ona söyleyemedim ama içimde avaz avaz bir çığlık “tamam babam işçi… Fakir de sayılırız… Ama annem bizi her pazar yıkar. Hem de ne yıkama… Lif kirimizi değil derimizi söker… Ben bitli değilim!” diye haykırıyordu. 
Şu an kırk beş yaşındayım. Ama o an aklıma geldiğinde hâlâ içim sızlar. Oysa ben sadece bir törenden kaçmıştım. Sen içimdeki bütün “bayram”ları yıktın biliyor musun?
Osman Ercan-Elazığ

Comments are closed.