Sünnetçi amca şaşırmıştı… Kimdi bu çocuk? Tren hemzemin geçidinde sünnet edip nasıl bırakacaktı? Tedirgin bir halde, boynunu büktü:
“Peki gel bakalım”
Sabahın alaca karanlığında tren hemzemininde beni sünnet etti… Dedi ki:
“Oğlum bu halde seni bıraktığım için çok üzülüyorum ama yapacak bir şey yok”
Acısı ciğerime vuruyordu… Ne var ki vicdanımdaki rahatlama sayesinde o acı vız geliyordu. Çok şükür içimi kemiren o sorumluluktan kurtulmuştum.
Bu sünneti analığım duyarsa kim bilir neler yapardı? Veya ben korkumdan öyle düşünüyordum.
O halde… Sanki hiç sünnet olmamış gibi tren raylarında artan kömür parçalarını ağlaya sızlaya topladım eve getirdim… Sünnet istirahatı da yapamadım… Öyle geçti gitti…
Daha sonraları bir gün şehirde bir esnaf, beni uzaktan izlemiş… Çağırdı yanına… Durumumu öğrendi. Dürüst olduğuma zaten karar vermiş. Dedi ki:
-Evladım sana sahip çıkmak istiyorum. Senin elinden tutacağım… Lakin kazancını seni sefil yaşatanlara yedirme…
O muhterem insan ne iyi bir tüccardı… Eskinin tüccarı da merhametliydi… Bana küçük bir sermaye ile bir dükkân açtı… Eşine dostuna da alışveriş yapmaları için söylemiş… Böylelikle sokaklarda sürünmekten kurtuldum…
Ama ben bu iyi kalpli tüccarın tembihine sadık kalamadım… Ailem para kazanmaya başladığımda istemeden çekinmediler… Ben ise onların emrinde büyüdüğüm için “hayır!” diyemedim…
Ama her şeye rağmen o merhametli tüccara beş vakit dua ediyorum… Allah ondan razı olsun… Hiç olmazsa beni ailem içinde itibarlı hale getirdi… Çünkü kazancı olan biriydim. Artık kem gözle bakmıyorlardı…
Ben o dükkânla, o üvey kardeşlerimi okuttum… Analığımın bana yaptığı eziyetler gözümün önüne geldikçe ben üvey kardeşlerime empati yaptım… Kendimi evlendirdiğim gibi onların evlenmesine de ön ayak oldum…
Hayatım anlatmakla bitmez… Ama asıl üzüntüm, en sevdiğim ve en yardım ettiğim en küçük üvey kardeşimin bugün bana bu hakareti yapmasıydı… Bu beni kahrediyor…”
Babam ağlayarak düne kadar bizden sakladığı hayat hikâyesini anlatırken asıl şoku biz yaşıyorduk. Çünkü onun ne öksüz büyüdüğünden, ne çektiği çilelerden ne de özlük üveyliğinden haberimiz vardı… İki halam ve üç amcamız vardı… Biz üvey bilmiyorduk…
Şimdi babam seksen bir yaşında… Ve bu yaşta üç kuruşluk baba mirası yüzünden mahkemeye verildiği için ağlıyor…
Ama eğer bu mahkeme olmasaydı biz bu gerçekleri bilmeyecektik… O kardeşlerinin vefasızlığına kahrolurken biz ise babamızın bilmediğimiz çile dolu hayatının şokunu yaşıyoruz. Bir insan bu kadar mı sır saklarmış…
Emine Toygun – Erzincan