İmâm-ı Şa’rânî hazretleri, Mısır evliyâsının büyüklerinden ve Şafîi mezhebi fıkıh âlimidir. Nesebi, Peygamber efendimize dayanır. Mısır’ın Kalkaşend kasabasında 1493 (H.898) de doğdu. 1565 (H.973)de vefât etti. Tasavvuf yolunda Aliyy-ül-Havvâs hazretlerinin sohbetinde kemale erdi…
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî hazretlerine, Allahü teâlânın öyle ihsânları vardı ki, saymakla bitmezdi. Bunlardan biri de; güneşin batışından doğuşuna kadar, yâni akşamdan sabaha kadar, cansız eşyânın ve hayvanların tesbîhlerini duyması idi. Bir gün akşam namazını, hocası Emînüddîn’in arkasında kılıyordu. O anda gözünden perde açıldı. Direk, duvar, hasır, döşenmiş taşların tesbîhlerini duymaya başladı. Korktu, sonra Mısır’da bulunan her şeyin, sonra etraftaki devletlerdeki ve okyanuslardaki bütün mahlûkların konuşmalarını ve tesbîh seslerini işitmeye başladı. Okyanustaki bir balık şöyle tesbîh ediyordu:
“Ey cansızların, hayvanların, bitkilerin, her şeyin rızkını veren Rabbim! Mahlûkâtından hiçbirinin rızkını unutmayan ve isyân edenden dahi ihsânını kesmeyen sen, her türlü noksanlık ve kusurdan münezzehsin…” Namazı kılıp bitirdiler. Sabaha kadar bu hâl onda devâm etti. Çok korktu. Sabah olurken, Hak teâlâ merhamet edip, bu gibi şeyleri duymasını perdeledi. Ancak Allahü teâlânın ihsânı olan bu durum onda kaldı. İstediği zaman, istediği yeri görmek, gezmek nîmetini Allahü teâlâ ona ihsân etti. Bununla da îmânı kuvvetlendi. Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, bu hâdiseden sonra, istediği zaman gönül gözü ile bütün dünyâyı, bilhassa İslâm âlemini seyrederdi. Şehir, kasaba, köy ve ülkeleri aşar, Endonezya’dan Magrib’e, Türkiye’den Yemen’e kadar varır, ihtiyaç sâhiplerine yardım ederdi. Bunların hepsinin, cenâb-ı Hakkın bir ihsânı olduğunu bildirirdi.
Bir gün Habeşistanlı bir gayr-i müslim, Mısır’a gelmişti. Abdülvehhâb-ı Şa’rânî’nin nâmını duyduğu için, onunla görüşmek istiyordu. İmâm-ı Şa’rânî onu kabûl etti. Habeşistan ile ilgili konuşmaya başladılar. Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, Habeşistan’ı öyle anlatıyordu ki, en ince ayrıntılarına kadar îzâh ediyordu. O gayr-i müslim dinledikçe, yaşadığım yeri benden daha iyi biliyor diye hayret ediyordu. Dayanamayıp Abdülvehhâb-ı Şa’rânî’ye; “Siz Habeşistanlı mısınız?” diye sordu. O da; “Dünyâda nereyi görmek arzu etsem, Allahü teâlâ bana orayı gösterir. Bu, cenâb-ı Hakk’ın bana bir ihsânıdır” buyurdu. Bunu işiten gayri müslim, Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu…