(Dünden devam)
Üçüncü gün oldu. Üçüncü kişi geldi ve Hazret-i Muaviye’nin ölüm haberini verdi. Bunu da Emir-ül müminin Hazret-i Ali’ye iletip:
“Haberin doğruluğunda şüphe kalmadı. Muaviye muhakkak vefat etmiştir” dediler.
Yine iltifat etmeyip:
“Doğru değil” dedi.
İnsanlar şaşırdılar.
Ali bin Ebi Talip (radıyallahü anh), mübarek başını ve yüzünü göstererek “Bundan akan kan buraya bulaşmayınca, Muaviye vefat etmez” buyurdu.
***
Üç kişi bunu işittiler.
Sonra geri gittiler.
Hazret-i Muaviye’ye ilettiler. Hazret-i Muaviye, kendisinin, Hazret-i Ali’den sonraya kalacağını anladı. Gerçekten de öyle oldu.
***
Abdullah bin Abbas (radıyallahü anhüma) şöyle rivayet etti:
Habîb-i Ekrem Efendimiz; “Ben ilmin terazisiyim. Ali o terazinin kefeleridir. Hazret-i Hasan ve Hüseyin ipleridir. Fatıma, kefelerin asıldığı demirdir” buyurdu.
***
Hazret-i Fatıma der ki:
“Zifaf gecesiydi.
Bir ses duydum.
Kulak verip dinledim.
Ali, yer ile konuşurdu.
Sabahleyin bu hâli Efendimize arz ettim.
Secde-i şükür etti.
Ve bana dönüp:
“Yâ Fatıma! Müjdeler olsun sana ki Hak teâlâ; zevcine üstünlük verip yeryüzündeki mahlûkların seçilmişlerinden yaptı” buyurdu. (“Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn” kitabından alınmıştır.)