İslâmiyetin emrettiği ibâdetlerin, insana dünyâda da faydası varsa da, bu ibâdetler menfaâti için yapılmaz. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bu husus açıkça bildirilmektedir. Şûrâ sûresinin 20. âyet-i kerîmesinde meâlen;
(Âhıreti kazanmak için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünyâ menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat, âhırette bunların eline bir şey geçmeyecektir) buyuruldu.
Hadîs-i şerîfte de;
(Allahü teâlâ, âhiret için yapılan iyiliklere dünyâda da mükâfât verir. Fakat, yalnız dünyâ için yapılan işlere âhırette hiç mükâfât vermez) buyurulmuştur.
Allahü teâlânın kullarını râzı eden, cenâb-ı Hakkı râzı etmiş olur. Allahü teâlânın râzı olması için önce kulların râzı olması lâzımdır. Öncelikle anne, baba, hoca, arkadaş, patron gibi üzerimizde daha çok hakkı onların râzı olması lâzımdır.
Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak, ahmaklıktır. Namazda iken, göğsünü kıbleden çevirenin, namazı bozulduğu gibi, yüzünü Allahü teâlânın rızâsından çevirenin de, hem dünyâsı hem de âhireti bozulur.
İbadetlerin ve dünya işlerinin faydalı olması, yalnız Allah için yapmakla, Allah için kazanmakla ve yalnız Allah için vermekle, kısacası, ihlâs sâhibi olmakla olur. İhlâs, yalnız Allahü teâlâyı sevmek, yalnız Allah için sevmek ve Allah için vermektir. Çünkü bütün kötülükler, bütün hırlaşmalar, hep almak üzerinedir. İyiliklerin tamamı, vermek üzerinedir. Menfaâte, karşılığa dayanan iyilik, iğrençtir. Dünyayı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak, ahmaklıktır. Sonu olan bir şeyi elde etmek için, sonsuz olanı vermek akıl işi değildir.
Cömert olmayan, vermekten hoşlanmayan, insanların sevgisini kazanamaz. Allahü teâlânın rızâsını gözetmeyenin, yaptığı hizmetlerde, insanlardan takdir veya maddi bir karşılık bekleyenin ihlâsı zedelenir. Allahü teâlâ, ihlâssız kimseyi muvaffak kılmaz. Almayı, vermekten daha tatlı gören kimse, Allahü teâlânın sevgili kulu yani evliyâsı olamaz.
Şunu hiçbir zaman unutmamalıdır ki, herkes bu dünyâda istediğini yapmakta serbesttir. Fakat bu yaptıklarının karşılığını da, muhakkak bulur. İbni Ebiddünyâ hazretleri şöyle nakleder:
“Bir gün hazret-i Ömer kabristâna gelip, oradaki mevtalara selâm verince, bir kabirden;
-Yâ Ömer! Dünyâda yaptıklarımızın karşılığını bulduk sesi işitilir.”
Netice olarak, Allahü teâlânın rızâsı için yapılan hizmette vermek vardır, almak değil. Hizmet yolunda yapılanların karşılığını, dünyâda almak yoktur. Zira bunun karşılığı, âhirette alınacaktır. Eğer bir kimse, âhirette çeşitli mükâfatlara kavuşmak istiyorsa, dünyâda fedakârlıkta bulunması, vermesi, hizmet etmesi ve bunların karşılığını da dünyâda beklememesi lâzımdır. Çünkü bunların karşılığını, dünyada almak olmaz. Bunların karşılığını almak, âhirette olacaktır. Zira zerre kadar iyilik eden, iyiliğinin karşılığını mutlaka bulacaktır. Çünkü hadîs-i şerîfte;