Hazret-i Ali sözüne devamla ‘Allahü teâlâya yemin ederim ki eğer izin olsa, Tevrat’ın ve İncil’in içinde olanları haber verirdim. Beni, o ikisi tasdik ve kabul ederlerdi’ buyurdu.
O mecliste biri vardı.
İsmi Da’leb Yemani.
O kendi kendine:
‘Bu kişi ne garip dâvâda bulundu. Ben şimdi onu imtihan edeyim’ dedi.
Ve yerinden kalktı.
‘Bir sualim var’ dedi.
Hazret-i Ali ona:
‘Öğrenmek için sor. İmtihan etmek için sorma!’ buyurdu.
? ? ?
Da’leb sordu:
‘Rabbini gördün mü yâ Ali?’
Buyurdu ki:
‘Görmediğim Rabbime tapacak değilim!’
Bu defa şöyle sordu:
‘Nasıl gördün?’
Buyurdu ki:
‘Bu gözler Onu, dünyada gördükleri gibi göremezler. Lâkin gönüller, anlaşılmaz bir hâlde görür. Benim Rabbim birdir. Şeriki yoktur. Benzeri bulunmaz. İkincisi olmaz. Mekândan münezzehtir. Akılla anlaşılmaz, yarattıklarına benzemez.’
? ? ?
Da’leb bunları işitti.
Yüzü üzerine düştü.
Bayılmıştı.
Bir müddet geçti.
Kendine gelince:
‘Hak teâlâya söz veriyorum. Bundan sonra hiç kimseye, imtihan niyetiyle bir şey sormıyacağım’ dedi.”