Şemseddin Eflaki hazretleri, Mevleviyye yolunun büyüklerinden olup, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve talebelerini anlatan Menâkıbü’l- ârifîn adlı eserin yazarıdır. Mevlânâ hazretlerinin oğlu Ulu Arif Çelebi’ye intisab ederek vefatına kadar yanından ayrılmadı. 761’de (m. 1360) vefat etti. Menâkıbü’l- ârifîn adlı eserinde şunları anlatmaktadır:
Sultanül-Ulemâ Muhammed Behâeddîn hazretleri, üstadımız Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin babası olup, Resûlullah efendimizin birinci halîfesi olan hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’in soyundandır. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde öyle yüksek derecelere vâsıl oldu ki, iki cihânın güneşi, hürmetine yaratıldığımız Server-i âlem Sevgili Peygamberimiz ona rüyâsında “Sultân-ül-ulemâ=Âlimlerin Sultânı” lakabını verdi. Yüzlerce kerameti görüldü. Bunlardan biri şöyledir:
Selçuklu Sultanı Alâeddîn Keykûbâd, bir gün Sultân-ül-ulemâ Muhammed Behâeddîn Veled hazretlerinin bütün halka vaaz ve nasîhat vermesini ricâ etti. Kaniî denilen yerde bir kürsî kuruldu. Bu yerin etrâfında mezarlık bulunmaktaydı. İnsanlar kürsînin etrâfında toplandılar. Kârîler (Kur’ân-ı kerîmi ezberleyenler) Yâsîn-i şerîfi okuduktan sonra, Sultân-ül-ulemâ hazretleri bu sûreyi tefsîr etmeye başladı. Kıyâmetin kopmasını, kabirden kalkmayı, mahşer meydanına toplanmayı, Güneş’in bir mızrak boyu yaklaşmasını, insanların grup grup ayrılmasını, defterlerin uçarak ele gelmesini, mîzân terâzisini, sırat köprüsünü, cezâ ve mükafâtı uzun uzun anlattı…
Bunları inkâr edenlerin Cehennem’e, kabûl edip de, Ehl-i sünnet îtikâdına uygun inanıp amel edenlerin, Cennet’e gideceğini bildirdi. Öyle anlattı ki, orada bulunanlar içinde ağlamadık kimse kalmadı. O kabristanda yatan bâzı kimseler, Allahü teâlânın emriyle kefenleri boynunda olduğu hâlde kabirlerinden çıktılar ve; “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü” dedikten sonra; “Ey Allahın velî kulu! Senin bu anlattıklarının hepsi doğrudur. Biz bu hâlleri burada yaşıyoruz, hepimiz şâhidiz” dediler ve tekrar mezarlarına girdiler. Duâ edilirken de, her kabirden iki el çıkmış olduğu hâlde “âmîn” sesleri duyuldu… Bu olanları, orada bulunan herkes hayretle görüp işitti.