Sultan III Mustafa Han, İstanbul’daki Lâleli Camiini yaptırdığı sıralarda, o çevrede Lâleli Baba namında bir Allah dostunun ziyaretine gitti bir gün.
Tam kalkacaktı ki:
“Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir?” diye sordu.
Lâleli Baba:
“En güzel şey, yiyip içmek ve def-i hacetini rahat bir şekilde yapabilmektir” buyurdu.
Hükümdarın canı sıkıldı.
Ayrılıp saraya döndü.
Ertesi gün şiddetli bir kabızlığa yakalandı. Kıvranıyordu sancıdan. Nihayet anladı hatasını. Lâleli Baba’ya gidip:
“Beni affet” dedi.
Lâleli Baba:
“Seni bu dertten kurtarırsam, karşılığında ne vereceksin?” diye sordu.
“Yaptırmakta olduğum camiyi sana hibe edeyim” dedi.
Mübarek omuz silkti:
“Yetmez!”
Daha neler neler vadettiyse de hep aynı cevabı aldı: “Yetmez!”
Sordu nihayet:
“Peki ne istiyorsunuz efendim?”
“Saltanatını.”
“Tamam, saltanatım da senin olsun” dedi.
Büyük veli, dua etti.
Padişah rahatladı.
Lâleli Baba “Tamam mı, şimdi padişah ben miyim?” dedi.
“Evet, padişah sizsiniz” deyince “Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, böyle ucuz saltanat lâzım değil. Caminin adı bize yeter” buyurdu.
Ve o mabede, Lâleli Camii adı verildi.