(Dünden devam)
Nihayet Miralay Bahri Bey’in sesi duyuldu:
“Hücuuum!”
Sanki aslan kesilmişti Erzurum’un dadaşı.
Haykırdı Bahri Bey:
“Urun hâ gardaşlarım, urun kahraman dadaşlarım!”
Allah yardım etti.
Kovdular Moskof’u.
Kurt İsmail Paşa, Ahmed Muhtar Paşa’ya anlatıyor:
“Paşam! O sabah ezanı okuyan fedai, Miralay Bahri Bey’in birliğinden bir yiğitti. Düşmana öyle saldırırdı ki sormayın. Dikkat ettim, elinde silâh bile yoktu. Taşla kovalıyordu düşmanı…”
Paşa merak etti:
“Taşla mı dedin?”
“Evet paşam. Attığı her taş, bir Moskof’u haklıyordu. Gözlerime inanamıyordum. Şaşılacak bir şey daha var paşam.
“Nedir o?”
“Kendisi eğilip de taş almıyordu yerden. Elindeki taşı fırlatınca, yerden ikinci bir taş yükseliyordu elinin hizasına. Taş, havada duruyor, o da onu alıp düşmana vuruyordu.
Gözümle gördüm.
Ve kendi kendime;
‘Bu, alelade bir insanın yapacağı iş değil’ diye düşündüm.”
Ahmed Muhtar Paşa bunları dinleyince, gözyaşlarını tutamadı.
Ağlamaklı bir sesle;
“Bire gardaş! Desene, bu cenkte erenler de bizimle birlikteymiş” dedi.
Ve emretti hemen.
Osman Bedreddin’i, tabur İmamlığına tayin ettiler. O, artık “İmam Efendi” idi.