Tasavvuftan maksat, Allahü teâlâya hakiki kul olmaktır. Nefsin serkeşliği, isyan ve zevkleri yok olmasıdır…
İsmail Cebertî hazretleri Yemen’de yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. 722’de (1322) Yemen’in Zebîd şehrinde doğdu. İlim tahsilini tamamladıktan sonra zamanın büyük evliyasından Ebû Bekir Ehdel’e intisab ederek icazet aldı ve talebe yetiştirmeye başladı. 806’da (m. 1403) Zebîd’de vefat etti. Bir sohbetinde buyurdu ki:
İnsanı saadete kavuşturacak şey, evliyanın kalplerinde hasıl olan marifetlere tabi olmak değil, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından İslami bilgileri öğrenip, bunlara uygun ibadet yapmaktır. Allahü teâlânın ismini çok zikretmeyi dinimiz emretmektedir. Zikir, Allahü teâlâyı her an hatırlamaktır. Evliyalığın en yüksek mertebesi, Allahü teâlânın marifetine kavuşmaktır. (Marifet) Allahü teâlânın sıfatlarını anlamak demektir. Bu derece, tasavvufta Fena makamına kavuşanlarda hasıl olur. Fena, iki çeşittir: Birincisi (Fenâ-yı kalb), kalbin Allahü teâlâdan başka, her şeyi unutmasıdır. İnsan, kalbinin bir şeyi hatırlaması için kendini zorlasa da hatırlayamaz ve Allahtan başka bir şeyi sevmez olur. İkincisi (Fenâ-yı nefs) olup, insanın, kendi varlığını da unutmasıdır. İnsan, ‘ben’ diyemez olur. Allahü teâlâdan başka bir şeyi hatırlamak ve sevmek, ârif için zehirdir. Kalbi ölüme sürükleyen bir hastalıktır. Fena hasıl olunca, kalb (mâ-sivâ)yı [her şeyi] sevmekten kurtulur. Hakiki imana kavuşur ve dinin emirlerine uymak kolay ve tatlı olur. İhlas hasıl olur. Nefis emmarelikten kurtulup, itminâna kavuşur. Nefs-i emmâre, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına düşmandır. İtminâna kavuşunca, dine uymaktan zevk alır. Bu hâle (İslâm-ı hakîkî) denir…
Hülasa tasavvuftan maksat, Allahü teâlâya hakiki kul olmaktır. Nefsin serkeşliği, isyan ve zevkleri yok olmasıdır. Yoksa kalb gözü açılarak nurları, ruhları, melekleri, cinleri görmek, onlara kavuşmak, geçmişte olmuş ve ileride olacak şeyleri sorup öğrenmek değildir. His uzvlarımız ile, akıl ile, hesap ile ve tecrübe ile anlaşılan fen bilgilerini bırakıp da, kalb gözü ile gaybları anlamaya çalışmak, akla uygun değildir. Fen bilgileri ile anlaşılanlar da, kalb gözü ile anlaşılanlar da, Allahü teâlânın mahluklarıdır. Hepsi yok idi. Hepsini sonradan yarattı. Allahü teâlâ dünyada görülemez. Ahirette görülecektir. Dünyada “îkan” hasıl olur, yani “görmüş gibi” inanılır…