Seyyid Fehim hazretleri hayattayken herkes huzur içinde yaşıyordu. Vahşi hayvanlar bile yan yana gezerlerdi dağlarda.
Kurtlar kuzularla geziyordu.
Tilkiler de ayılarla…
Hırsızlık olmazdı katiyen.
O devirde bir hırsız vardı.
O şöyle anlatıyor:
“Ben, hırsızların reisiydim.
Yardımcılarım da vardı.
Bir gün Arvas’a düştü yolum.
Baktım, hırsızlığa çok müsait bir yer.
Çünkü hayvanlar tek başlarına dağa gidiyor, yine yalnız olarak ahıra dönüyorlardı.
Araştırdım…
Köyden uzak yerdeydi ahırları.
İçimden ‘Buradan müsait yer olmaz’ dedim. Ve yanıma beş kişi alıp gece yarısı Arvas’a geldim. Ortalık zifirî karanlıktı. Arvas hududundan içeri adımımızı attık.
Fakat o da ne?…
Hayrette kaldık!
Zira ortalık aydınlandı birden… ‘Sübhanallah! Rüya mı görüyoruz? Az önce geceydi, şimdi gündüz oldu’ dedik.
Ve huduttan dışarı çıktık.
O an zifirî karanlık oldu yine.
Göz gözü görmüyordu.
Şaşırıp kaldık!
Biz yine ‘Herhâlde hayal görüyoruz’ diyerek içeriye girdik. Ama huduttan içeri girer girmez gündüz gibi oldu ortalık.
Hayretle birbirimize baktık.
Bu hâl üç kere tekrar etti.
O zaman akıllandık…
Ve bunun, bir ikaz-ı ilâhî olduğunu anladık.
Tövbe edip bu işi bıraktık.”