İnsanlar, şehvetleriyle mücâdele etme durumundadırlar. Şehvetlerine düşkün oldukları zaman, esfel-i sâfilîne düşerler, şehvetlerini kırdıkları zaman, a’lâ-i illiyyîne çıkarlar.
Cemâlüddîn Yûsuf Erdebîlî hazretleri Şafiî fıkıh âlimidir. Azerbaycan’da Erdebîl’de doğdu. Medrese tahsilinden sonra zamanın büyük âlimlerinden Şafii fıkhını öğrendi ve icazet alarak talebe yetiştirdi. 779 (m. 1377)’de Erdebîl’de vefat etti. “El-Envâr li-acmâli’l-ebrâr” adlı eseriyle tanınmıştır. Bu kitapta şunları anlatmaktadır:
Oruç altı şey ile tamâm olur: Bütün kötülenen ve mekrûh olan şeylerden gözü sakındırmaktır. Dili gıybet, yalan, koğuculuk, ağız bozukluğu, kaba söz ve mücâdeleden korumak, zikir, tesbih ve Kur’ân-ı kerîm okumakla meşgûl etmektir. Dilin orucu budur. Kulağı, dînen dinlenmesi haram olan her şeyden muhafaza etmektir. Konuşulması yasak olan her şeyin, dinlenmesi de haramdır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfte; “Gıybet eden ve dinleyen, günahta ortaktırlar” buyurdu. El ve ayak gibi diğer uzuvlarını, günah ve kötü şeylerden, midesini iftar vakti şüpheli şeyleri yemekten korumaktır. Yoksa, günah olan şeylerden sakınmadıktan sonra, orucun hiçbir sevâbı kalmaz. İftar vakti, karnını şişirinceye kadar yememelidir. Çünkü, orucun rûhu ve onun sırrı, kötülüklere düşmekte şeytanın yardımcısı olan kuvveti zayıflatmaktır. İftardan sonra, kalbinin ümid ile korku arasında olmasıdır. Çünkü oruçlu, orucu kabûl edilip, Allahü teâlânın yakın kullarından mı, yoksa orucu kabûl edilmeyip, Allahü teâlânın sevmediği ve râzı olmadığı kullarından mı oldu, bilemez. Fakat bu ikisinden birisinin doğru olduğu muhakkaktır.
Bilinmelidir ki, fıkıh âlimleri, orucun sahih olması için birtakım zâhirî şartlar bildirmişlerdir. Âhıret âlimleri ise, orucun sahih olması ile, orucun fıkıh kitaplarında bildirilen zâhirî şartları yanında orucun Allahü teâlânın indinde kabûl olmasını, orucun kabûl olması ile de maksûda erişmeyi kasdediyorlar. Bu ise, şehvetlerden sakınmakla meleklere benzemektir. Çünkü melekler, şehvetlerden münezzehtirler. İnsanın mertebesi, hayvanların mertebesinden yüksektir. Çünkü insanlar, akıl nûru ile şehvetlerini kırmak gücüne sahiptirler. Fakat insanlar, meleklerin mertebesinden aşağıdadır. Çünkü insanlarda şehvet vardır. İnsanlar, şehvetleriyle mücâdele etme durumundadırlar. Şehvetlerine düşkün oldukları zaman, esfel-i sâfilîne düşerler, şehvetlerini kırdıkları zaman, a’lâ-i illiyyîne çıkarlar.