Yermük’te, çarpışmanın şiddeti geçmiş, yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı!..”
İbn-i Cemâl el-Mısrî hazretleri Şâfiî mezhebi âlimlerindendir. 1002 (m. 1593)’de Mekke’de doğdu. 1072 (m. 1661)’de Mekke’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Îsâr, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) güzel âdet-i şerîfelerinden idi. Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden Hazreti Huzeyfe (radıyallahü anh) şöyle anlatır: Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de, güç belâ kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra buldum. Kanlar içerisinde yatan amcamın oğlu, göz işâretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek dedim ki: “Su istiyor musun?” Belli ki istiyordu. Göz işâreti ile de; “Çabuk, hâlimi görmüyor musun?” der gibi bana bakıyordu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların arasında hazret-i İkrime’nin sesi duyuldu: “Su! Su! Ne olur, bir damla su!” Amcamın oğlu Haris, bu feryadı duyar duymaz, göz ve kaş işâretleriyle suyu hemen Hazreti İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehidlerin aralarından koşa koşa Hazreti İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım, İkrime hazretleri elini kırbaya uzatırken Hazreti Iyâş’ın iniltisi duyuldu. “Ne olur bir damla su verin. Allah rızâsı için bir damla su!” Bu feryadı duyan Hazreti İkrime, elini hemen geri çekerek, suyu Iyâş’a götürmemi işâret etti. Suyu o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehidlerin arasından dolaşa dolaşa Hazreti Iyâş’a yetiştiğim zaman, son nefesinde Kelime-i şehâdeti söylediğini duydum. Benim getirdiğim suyu gördü. Fakat vakit kalmamıştı. Başladığı Kelime-i şehâdeti ancak bitirebildi…
Derhâl geri döndüm, koşa koşa Hazreti İkrime’nin yanına geldim; kırbayı uzatırken bir de ne göreyim! Onun da şehîd olduğunu müşâhede ettim. Bârî dedim amcamın oğlu Hazreti Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim; ne çâre ki, o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula rûhunu teslim eyleyip şehîd olmuştu…
Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli hâlleri, gıpta ile baktığım en büyük îmân kuvveti tezahürü olarak hafızama adetâ nakşoldu…