Hazret-i Mevlâna’yı çok seven bir kişi “ölüm hastalığına” yakalanır.
Öleceğini anlar.
Evlâdını çağırıp;
“Oğlum! Ben ölürsem Hazret-i Mevlâna, kabrimde biraz dursun. Affım için Allah’a niyazda bulunsun” diye vasiyette bulunur.
Sonra vefat eder.
Hazret-i Mevlâna’ya giderler.
Bu vasıyeti bildirirler.
“Memnuniyetle” buyurur.
Ve gidip kabir başında durur.
O zatın affı için yalvarır.
Ölen kişinin fazla bir ameli yoktur.
Ama Mevlâna’ya sevgisi çoktur.
Çocuklarından biri, rüyasında görür ki; babası çok yüksek bir mertebededir.
Merak edip sorar:
“Babacığım, bu yüksek makama nasıl kavuştun?”
Babası da;
“Amel defterimde fazla bir amelim yoktu evlâdım… Ama Hazret-i Mevlâna’yı çok seviyordum” der.
“Sebep bu mu?”
“Evet bu” der.
Ve şöyle anlatır:
“Ben kabre girince Münker-Nekir melekleri çok ‘korkunç’ şekilde geldiler!
Ve bana sordular ki:
‘Rabbin kim, dinin nedir?’
O an ‘iki melek’ geldi.
Çok güzeldiler.
Ve sevimliydiler…
Münker ve Nekir’e;
‘Bunları, bu kimseye sormayın. Çünkü Allahü teâlâ Hazret-i Mevlâna hürmetine bunu affetti’ dediler.
Sonra bana dönüp ‘Sen müsterih ol, rahatça uyu!’ deyip geri gittiler.”