Dünyayı “hükmen” terk etmek ne demek?

Ahîzâde Abdülhalim Efendi Osmanlı âlimlerindendir. İstan­bul’da doğdu. Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’den ilim tahsil etti. İstanbul medreselerinde müderrislik yaptı. Bur­sa, Edirne ve İstanbul kadılıklarında bu­lundu. Anadolu ve sonra Rumeli Kadıaskeri oldu. 1013 (m. 1604) tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Bu mübarek zat, bir dersinde buyurdu ki:
Din ile dünyayı birlikte kazanmak imkânsızdır. Ahireti kazanmak isteyenin, dünyadan vazgeçmesi lazımdır. Bu zamanda dünyayı tamamen terk etmek kolay değildir. Hiç olmazsa hükmen terk etmek, yani terk etmiş sayılmak lazımdır. Bu da her işte İslamiyete uymak demektir. Yiyecekte, içecekte, giyecekte ve ev kurmakta İslamiyete uymak lazımdır. İslamiyetin emirlerini aşmamak lazımdır. Altın ve gümüşün ve ticaret eşyasının ve kırda, çayırda otlıyan dört ayaklı hayvanların zekâtını vermek farzdır. Bunların zekâtını elbette vermelidir. İslamiyete uymakla zinetlenen bir kimse, dünyanın zararından kurtulmuş olur ve ahireti kazanır. Dünyayı böyle hükmen de terk edemeyen kimse, münafık demektir. İmanlı olduğunu söylemesi, ahirette kendisini kurtaramaz. Yalnız dünyada malını ve canını korur. Dünyanın bu kadar gösterişli hâli, hademesi, hizmetçileri, tatlı yemekleri, çeşitli şerbetleri, süslü, cazibeli elbiseleri ve nice zevkleri karşısında hangi babayiğit, hangi bahtiyar kimse bu doğru söze kulak verip dinler?
Dünya, “ednâ” kelimesinin müennesidir. Yani ism-i tafdildir. Mastarı, “dünüv” veya “denâet”tir. Birinci mastardan gelince (çok yakîn) demektir. (Biz en yakîn olan göğü çırağlarla süsledik) âyet-i kerimesindeki dünya kelimesi böyledir. Bazı yerde de, ikinci mâna ile kullanılmıştır. Meselâ, (Denî, alçak şeyler mel’ûndur) hadis-i şerifinde böyledir. Yani, (Dünya mel’ûndur) demektir. Alçak şeyler, cenâb-ı Hakkın, nehy-i iktizâî ve nehy-i gayri iktizâîsidir. Yani, haram ile mekruhlardır.

Şu hâlde Kur’an-ı kerimde zemmedilen, kötü denilen dünya, haramlar ve mekruhlardır. Mal kötülenmemiştir. Çünkü cenâb-ı Hak mala “Hayr” adını vermektedir. Bu sözümüzü ispat eden vesika, varlığın ve insanlığın ikincisi olan, İbrahim aleyhisselamın malıdır. Yalnız yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları, ova ve vadileri dolduruyordu.

Comments are closed.