Mesud Efendi Osmanlı âlimlerindendir. Kayseri’ye bağlı Ağırnas köyünde doğdu. Medrese tahsilini tamamlayarak Kayseri Müftüsü oldu. Sonra İstanbul’a gitti ve Muzıka-i Hümâyun Mektebinde Arapça muallimliği yaptı. 1310 (m. 1893)’da İstanbul’da vefat etti. Mesud Efendi’nin, Mecelle’de yer alan fıkhî meselelerin kaynaklarını yazdığı “Mir’ât-ı Mecelle” isimli eseri meşhurdur.
Bu kitabında buyuruyor ki:
İhlâs ile yapılmayan ibâdetin faydası olmaz, sevabı olmaz. (İhlâs), her şeyi yalnız Allah rızası için yapmaktır. İhlâs, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hâsıl olur. Kalbin yalnız Onu sevmesine (Kalbin tasfiyesi), (Kalbin itmînânı) veya (Fenâ fillâh) denir. Kalbin itmînâna kavuşması, ancak Onu çok hatırlamakla, büyüklüğünü, nîmetlerini düşünmekle olacağını, Ra’d sûresinin yirmisekizinci âyeti bildirmektedir.
İnsanda, akıl, kalp ve nefis denilen üç kuvvet vardır. Aklın ve nefsin yeri dimağdır. Kalbin yeri yürektir. Akıl, mektep dersleri, fen bilgileri, sanat hesapları, mal sahibi olmak, âhireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür. İsterse düşünür. İstemezse düşünmez. Aklın bu düşünceleri ve insanın bunlara kavuşmak için çalışması câizdir. Hattâ, çok sevap olur. Bunların kalbe sirâyet etmeleri zararlıdır.
Nefis, dâimâ haramları, zararlı şeyleri yapmağı düşünür. Kalbin kendinde hiç düşünce yoktur. Onu aklın ve nefsin ve his uzvlarından dimağa ve dimağdan kalbe ulaşan haram şeylerin düşünceleri gelerek, hasta yapar. Kalbi bu hataralardan kurtarmak güçtür. Bu düşünceler gelmezse Allahü teâlâyı hatırlar, düşünür. Yani kalb, hiç düşüncesiz kalmaz. Kalbin Allahü teâlâyı hâtırlaması, ismini çok söylemekle veya bir velîyi severek görmekle olur. Bir velîyi bulamazsa, ismini işittiği bir velînin hayatını okuyup öğrenir, onu çok sever. Ona (Râbıta) yapar. Yani hep onu düşünür. Bir velîyi görmek, Allahü teâlâyı hâtırlamaya sebep olacağı hadis-i şerifte bildirilmiştir.