Adâlet, iyi huyların en şereflisi olduğu gibi, âdil kimse de, insanların en iyisidir. Adâlet, aşırılıklardan sakınıp ortada olmaktır. Ortadan ayrılanda, adâlet olmaz. Üç yerde ki; bir malı, ni’meti bölerken, alışverişte ve cezâ vermekte, adâlet lâzımdır… Adâlet olunca, herkes korkusuz yaşar. Adâlet, korkusuzluk demektir.
Adâletin ne olduğunu insan aklı ile bulmak güç olduğundan, Allahü teâlâ, kullarına acıyarak, memleketleri korumak için, bir ölçü âleti gönderdi. Bu ilâhî ölçü ile, adâleti ölçmek kolay oldu. Bu ölçü, Peygamberlerin getirdikleri dinlerdir. Bugün ve kıyâmete kadar kullanılması emrolunan ilâhî ölçü, Muhammed aleyhisselâma gönderilen dindir.
İNSAN MEDENÎ YARATILMIŞTIR
İnsan, medenî olarak yaratılmıştır. Yani öyle yaratılmıştır ki, birbirleri ile karışmak, bir arada yaşamak, yardımlaşmak zorundadırlar. Hayvânlar, medenî yaratılmadı, şehirde birlikte yaşamaya mecbûr değildirler. İnsan nâzik, zayıf yaratıldığı için, pişmemiş yemek yiyemez. Gıdâ, elbise ve binânın, hâzırlanması lâzımdır. Yani san’atlara ihtiyâç vardır. Bunun için de, araştırmak, düşünmek ve tecrübe yapmak, çalışmak lâzımdır.
Bir insanın her san’atı öğrenmesi, mümkün değildir. Herbir san’atı belli kimseler öğrenir, yapar. Herkes, kendine lâzım olan şeyi, bu san’at sâhibinden alır. Bu san’at sâhibi de, kendine lâzım olan başka bir şeyi, onu yapan diğer san’at sâhibinden alır. Böylece, insanlar birbirlerinin ihtiyâçlarını temîn eder. Bunun için, insan yalnız yaşayamaz. Bir arada yaşamaya mecbûrdurlar.
İnsanlar bir araya gelince, açıkgözler, başkasının hakkına saldırır, zulmedenler olur. Çünkü her nefis, istediğine kavuşmak ister, tatlı olanı almaya uğraşır. Bu şeyleri isteyen birkaç kişi çekişmeye başlar. Bir leşe toplanan köpeklerin birbirlerine hırlamaları gibi, aralarında döğüşme başlar. Bunları ayırmak için, kuvvetli bir hâkim lâzım olur.
Alışverişte, herkes kendi yaptığının dahâ kıymetli olduğunu söyler. Yapılan şeylerin karşılıklı değerlerini adâlet ile ölçmek lâzım olur. Eşyânın değerlerini karşılıklı ölçen şey, altın ile gümüştür yanî paradır. Allahü teâlâ, altın ile gümüşü para olarak yaratmıştır. Başka hiçbir şey, altının yerini tutamaz.
Demek ki, insanlar arasında adâleti temîn etmek için üç şey lâzımdır: Nâmûs-i rabbânî, hâkim-i insânî ve dinâr-ı mîzânî… Bunlardan en kuvvetlisi, en büyüğü, nâmûs-i rabbânî olan İslâmiyyettir. Dinler, Allahü teâlânın adâleti sağlamak için gönderdiği hükümlerdir.
ACIMAYANA ACINMAZ!..
Netice olarak insanın, önce kendine, hareketlerine, âzâsına adâlet etmesi lâzımdır. İkinci olarak, çoluk çocuğuna, komşularına, arkadaşlarına adâlet yapması lâzımdır. Adliyecilerin ve hükûmet adamlarının da, millete adâlet yapması lâzımdır. Demek ki, bir insanda adâlet huyunun bulunabilmesi için, önce kendi hareketlerinde, âzâsında adâlet bulunmalıdır. Her kuvvetini, her âzâsını, ne için yaratıldı ise, o yolda kullanmalıdır. Allahü teâlânın âdetini değişdirip, onları aklın ve İslâmiyyetin beğenmediği yerlerde kullanmamalıdır. Çoluk çocuğu varsa, onlara karşı da, akla ve dîne uygun hareket etmeli, dînin gösterdiği güzel ahlâktan sapmamalıdır. Güzel ahlâk ile huylanmalıdır. Emri altında olanlara merhamet etmeyenler, kıyâmet günü Allahü teâlânın merhametinden uzak kalacaklardır. Zira;
“Men, lâ yerham, lâ yurham!” buyurulmuştur ki, “Acımayana acınmaz” demektir.
Zâlimler, birkaç senelik, geçici dünyâ zevkleri için, insanlara eziyyet ederler. Fakat, zulümlerinin cezâsını çekmedikçe, bu dünyâdan gitmezler. O kadar refâh ve lezzetler içinde oldukları hâlde, elbette şiddetli sıkıntılar, büyük dertler yakalarını bırakmaz. O saltanat hiçbirinin elinde kalmaz. Çok olur ki, saltanatları düşmanlarının eline geçer. Bu hâli görür ve ciğerleri yanar. Meryem sûresinin 81. âyetinde meâlen buyurulduğu gibi:
(Mâlik, hâkim olduğunu söylediği şeylerin hepsini elinden alırız. Yalnız başına huzûrumuza gelir.)