Âhiret kazancına ihtiyaç daha çoktur

İnsanlara faydalı olan bütün sanatlar, meslekler farz-ı kifâyedir. Bunu düşünerek, her Müslümanın bir sanata yapışması, ibâdet etmek olur. Müslüman veya gayr-i müslim keşfetsin, her sanatı öğrenmek farzdır. Bunları yapabilmek için, gerekli ilimleri, dersleri mekteplerde, bu niyyetle okutmak ve okumak da hep ibâdet olur. İbâdetlerini yapan, namâzını kılan bir Müslümanın, niyetini düzelterek yaptığı her işi ibâdet olur. İş görürken niyyetin doğru olmasına alâmet, insanlara faydalı olan bir meslek, bir sanat seçmektir. Yani öyle bir iş görmeli ki, eğer o iş olmasa, Müslümânlar sıkıntı çekerdi. Hadîs-i şerîfte;
(En iyi ticâret, bezzâzlıktır, kumaş satmaktır. En iyi sanat, terziliktir) buyuruldu.

GENÇLERE İLİM ÖĞRETİRLERDİ
Önceki asırlarda ticâretle meşgûl olan din büyükleri, ailelerinin nafakasını temin ettikten sonra, sabâh ve akşamları Âhiret için çalışır, Kur’ân-ı kerîm okur, ders dinler, tövbe ve duâ eder, ilim öğrenir ve gençlere öğretirlerdi. İnsanların amellerini yazan ikişer melek, her sabâh ve akşam değişmektedir. Hadîs-i şerîfte;
(Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri zamân, başında ve sonunda iyi iş yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona bağışlarlar) buyuruldu. Peygamber efendimiz ayrıca;
(Gündüz ve gece melekleri, sabâh ve akşam, gidip gelirken birbirleri ile karşılaşırlar. Hak teâlâ, giden meleklere, ‘kullarımı nasıl bıraktınız?’ buyurur. ‘Yâ Rabbî! Namâzda bulduk ve namâz kılarken bıraktık’, derler. Allahü teâlâ da, ‘şâhit olun, onları affettim’ buyurur) buyurmuşlardır.
Her Müslüman, ihtiyâcı kadar dünyâlık kazandıktan sonra, Âhireti kazanmakla meşgûl olmalıdır. Çünkü Âhiret hayâtı sonsuzdur, ona ihtiyâç dahâ çoktur ve Âhiret ticâretinde ise insan, iflâs etmek üzeredir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin hocası hazret-i Hammâd, baş örtüsü ticâreti yapardı. Her gün, ihtiyacı kadar kazanınca, eşyâsını toplar pazardan çıkardı. Din büyüklerinden bazısı dükkâna, haftada iki gün giderdi. Bir kısmı da, cumadan başka her gün gider, öğle namazından sonra geri dönerdi. Bir kısmı nihâyet ikindiye kadar alışveriş ederdi. Hepsi ihtiyâcı kadar kazanınca, diğer zamanları ibâdetle, ilim öğrenmekle geçirirlerdi. Mu’âz bin Cebel hazretleri buyuruyor ki:
“Şeytân, pazarda, yalan, hîle, hıyânet ve yemîn ettirerek Müslümânları günâha sokmaya çalışır. Önce gidip, geç çıkanlara dahâ çok asılır.”
Bir kuruş hîle yapan, bir kuruş hak yiyen, cezâsını çekecek ve hiçbir şeyin ona yardımı olmayacaktır. Din büyüklerinden biri, vefât etmiş olan bir bakkalı rüyâda görüp;
-Allahü teâlâ sana ne yaptı, diye sorar. O da;
-Önüme elli bin sayfa koydular. ‘Bu sayfalar kimlerindir’ dedim. Bana;
-Elli bin kişi ile alışveriş yapmışsın. Her sayfa, bunların birisi ile olan muâmeleni göstermektedir, dediler. Baktım, her sayfada bir kimse ile olan muâmelemin inceden inceye yazılmış olduğunu gördüm, dedi.
Resûlullah efendimiz, buğday satan birisinin buğdayına, mübârek parmaklarını sokup, içinin yaş olduğunu görünce;
-Bu nedir? buyurdu.
-Yağmur ıslatmıştır deyince;
-Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden, bizden değildir, buyurdu.

AYAĞI SAKAT DEVE!..
Peygamber efendimiz zamanında birisi, üçyüz dirhem gümüşe bir deve satar. Devenin ayağında ise ârıza vardı. Eshâb-ı kirâmdan Vâsile bin Eskâ hazretleri orada idi. O ânda dalgın idi. Devenin satıldığını anlayınca, alanın arkasından koşup;
-Devenin ayağı ârızalıdır dedi. O kimse de deveyi geri getirip, parasını aldı. Deveyi satan;
-Satışımı niçin bozdun? deyince, Vâsile bin Eskâ hazretleri;
-Resûlullah efendimizden işittim. Buyurdu ki:
(Satılan bir şeyin kusûrunu gizlemek helâl değildir. O kusûru bilip söylememek de, kimseye helâl değildir.)
Netice olarak, İslâmiyetin yayılmasına, insanların rahat ibâdet yapmalarına yardım niyyeti ile dünyalık için çalışanlara, hep sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dünyâ malı toplamak için çalışanlar ise, sevaptan mahrûm kalır. Resûlullah efendimizin buyurduğu gibi:
(Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gadabından, azâbından kurtulurlar. Dîni bırakıp, dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince, Allahü teâlâ, onlara, ‘yalan söylüyorsun’ buyurur.)

Comments are closed.