Aişe validemiz (radıyallahü anha)

Hane-i saâdetin sakinleri şüphesiz annelerimizdir ancak Hazret-i Hatice ile Aişe validelerimizin Ezvac-ı tahirat arasında müstesna bir yeri vardır.
Hazret-i Hatice vahyin 15 yıl öncesinden başlamak suretiyle Mekke’de, hazret-i Aişe ise Medine-i Münevvere yılları ve sonrasında Allah resûlünün (sallallahü aleyhi ve sellem) iki has veziri gibidir.
Edâ ettikleri hizmet açısından bakıldığında onlar, her türlü takdirin fevkinde başarılar elde etmişlerdir.
Allahü teâlâ, Efendimize, Hatice validemiz gibi mübarek bir yardımcı nasip etti. İman, fedakârlık ve kahramanlık gibi unsurların öne çıktığı Mekke yıllarında Resulünü yalnız bırakmadı.
Kureyş’in en sabırlı kadını şüphesiz Hatice validemizdir. Sıkıntının had safhaya çıktığı o çetin günlerde Resulullahın metin bir istirahatgâhı, belâ ve musibetlerin akın edip geldiği çileli günlerinde en önemli dayanağı oldu. İrşad ve tebliğ vazifesini yerine getirirken Habibullahın maddi manevi en büyük destekçisi şüphesiz odur.

MÜTHİŞ BİR ZEKÂ VE HÂFIZA
Aişe validemizin konumu daha farklıdır, zira o, din adına hizmet edilmeye ihtiyaç duyulan Medine yıllarında risalet mektebinin en kıymetli şahsiyetidir.
Hususi bir kabiliyete sahipti. Rabbimiz İslam dininin anlatılması için kendilerine müthiş bir zekâ ve hafıza lütfetmiş idi.
O, müminler olarak hepimizin annesidir. Resulullah’a zevce olma bahtiyarlığına ulaşan Ezvac-ı tahiratın her biri, dünyaya gelip göçen herhangi bir insan değillerdir. Her şeyden önce onlar annelerimizdir. Bu makamı onlara bizzat Allahü teâlâ vermiştir.
Hazret-i Ebubekir peygamberlerden sonra dünyaya gelmiş ve gelecek bütün insanların en üstünü idi. Mü’min olması hasebiyle kerimeleri Aişe validemiz radıyallahü anha onun da annesiydi. Bunun içindir ki izinsiz Aişe validemizin yanına gitmezlerdi…
Aişe validemiz hane-i saadete girdiği andan itibaren çok farklı bir vazife almıştı. Ümmet-i Muhammede bilhassa hanımlara hocalık yapıyordu, zayıfların sığınağı, fukaranın dert ortağı, kimsesizlerin sahibi idi.
Aişe validemiz eşine ender rastlanacak bir takvâya sahipti. Dünyaya kıymet vermezdi. Muaviye radıyallahü anh kendisine iki yüz bin dirhem para hediye etti. Hemen Medine-i münüvverede bulunan fakirlere dağıttı. Son parayı da verdikten sonra hizmetçi kadın sordu: “Bitti mi?”
-Evet bitti.
-Ama efendim ikimiz de niyetliyiz ve iftarlık bir şeyimiz yok, niye bir miktar ayırmadınız ki?
***
Hazret-i Aişe validemiz buyuruyor: Bir gün Efendimizin zevceleri toplanmıştık. Merak bu ya Resulullaha sordum: “Bu dünyadan ayrıldıktan sonra size önce hangimiz kavuşacak?”
– Hanginizin kolu uzunsa!
Peygamberimiz aleyhisselam çıktıktan sonra iple kollarımızı ölçmeye başladık. Zeyneb bint-i Cahş’ın (Radıyallahu anha) kolu uzun çıktı.
Sonradan anladık ki kolu uzundan murat “en çok sadaka veren” demekmiş. Öyle de olsa o kazanırdı, zira hepimizden cömertti. Hakikaten Resul-i Ekrem’den altı ay sonra vefat etti…

HERKESİN BİLGİ KAYNAĞI
Hiç şüphe yok ki Eshab-ı kiram arasında ilminin derinliği itibarı ile Aişe validemizin yeri başka idi.
Mekke-i mükerremede nazil olan ayet-i kerimeler imanla ilgiliydi, imanın altı şartını ezberlemek kolaydı. Öğretmene ihtiyaç yoktu. Medine-i münevverede ise ibadetler farz kılındı, Müminler, Efendimizin yakınlarından soruyor eksiklerini gideriyorlardı…
Eshab-ı kiramın sayısı 150 bin civarındaydı. Ki bunun yarısına yakını hanımlardı. Kimden öğreneceklerdi? Elbette annelerimizin kapısını çalıyorlardı.
Annelerimiz içinde en çok hadis-i şerif ezberleyen, dinî hükümleri en iyi bilen Hazret-i Aişe’dir. Çünkü gençti, berrak bir hafızaya sahipti.
Mâlum gençlikte öğrenilenler taşa kazınan yazı gibidir. Yaşlılıkta öğrenilenler ise buza yazılana benzetilir.
İnsanlık tarihinde kimsenin hayatı peygamberimizin aleyhisselam hayatı kadar güzel tespit edilmemiştir. Dışarıdaki yaşayışlarını Sahabe-i kiram efendilerimizden öğrendik. Ev içindekileri de annelerimizden…
Asr-ı saadetten günümüze, gelmiş geçmiş ve gelecek bütün Müslümanlar Ezvac-ı tahirata şükrân borçludurlar. Onlara ne kadar dua etsek azdır. Haklarını ödeyemeyiz asla…

Comments are closed.