Hazret-i Ömer radıyallahü anh, bir gün eshâbtan bâzısıyla sahrâda oturuyordu ki, o ara fakîr bir köle gelip dikildi karşısına.
“Yâ Ömer!”
“Buyur kardeşim”.
“Halîfe sen misin?”
“Evet benim.”
Sırtından gömleğini çıkarıp uzattı Halîfeye: “Nicedir yırtık şu gömleğim. Al da dik şunu çabuk!”
Halife çok şaşırdı.
Kızmadan sordu:
“Sen niçin dikmiyorsun?”
“Elimden gelse dikerdim herhalde. Hem sen Halîfe değil misin. Millete hizmet etmek asıl vazîfendir senin.”
Hazret-i Ömer;
“Haklısın, düşkünlere hizmet, benim aslî vazifemdir” dedi ve başladı söküğü dikmeye. Ancak güneş, kölenin çıplak vücûdunu yakmaya başlayınca emretti yine Halîfeye:
“Gömleğini çıkar.
Ve üzerime ört!”
Halife; “Niçin?” deyince, “Çünkü vücûdum güneşte çıplak durmaya alışık değil” dedi.
Buna da kızmadı.
Hattâ merhametle;
“Peki, hemen!” dedi ve yaptı bu isteğini de. Az sonra tâmir bitmişti. Kalkıp giydirdi köleye ve sordu:
“Başka bir isteğin?”
“Yok, hayır” dedi.
“Öyleyse hakkını helâl et.”
“Helâl olsun” dedi.
Ve ardından; “Ey Halîfe! Şunu bil ki, yarın mahşer gününde, şarktan tâ garba kadar nice aç, çıplak ve düşkünler, haklarını senden alacaktır. Bunu bil de, öyle davran milletine. Emîr olmak kolay değil” dedi.
Ve ayrılıp gitti.
Halîfe çok hüzünlenmişti.
O da kalkıp gitti evine.
Yollarda ağlıyordu…