Resûlullah Efendimiz “aleyhissalatü vesselâm” İslâmı teblîğe başlayınca, müşrikler toplanıp mâni olmak istediler. Muvaffak olamayınca işkenceye başladılar. Özellikle kimi kimsesi olmayan, fakîr, garip ve kölelere…
Biri de Bilâl idi.
radıyallahü anh.
Bilâl, Ümeyye kâfirinin kölesiydi ve Ümeyye, oniki kölesinden en çok bunu severdi. Özellikle de sesini. Kervandaki develer, uzun çöl yollarında yorulunca, Onun yanık ve içli sesiyle canlanır, hattâ koşuya kalkarlardı. Ümeyye, bir ara puthâneye nöbetçi yaptı onu.
Ama o mü’mindi.
Gizlice inanmıştı.
Ümeyye bunu öğrenince, inanmadı. Çağırıp sordu hemen: “Sen Müslümân mı oldun?” “Evet…” Bu evet cevâbıyla çılgına döndü kâfir. Küplere bindi. Gadaplanıp, başladı eziyete. Tam öğle sıcağında, çıplak olarak kızgın kumlara yatırıp sıkıştırırdı:
“Allah’ı inkâr et!”
Cevâb tek kelime:
“Ehad!” Yâni Allah bir. Bir gün yine soyundurup, dikenlerin üstünde sürüttü. Öyle ki, paramparça oldu vücûdu. Peşinden aynı tehdît: “Dön İslâmdan!” “Dönmem!” “Putlara tap!” “Tapmam!..” Kâfir kudurmuştu.
“İslâmdan dön!”
“Hayır Allah bir!”
Kâfir iyice çıldırdı. Etrâfına bakındı. Koca bir kaya gördü ileride. Onu zorla kaldırıp bıraktı Bilâl’in göğsü üzerine. Altta kızgın kum, üstte ateş kesilmiş koca bir kaya. Buna dayanmak imkânsızdı.
Ama sabretti.
Ve sebât etti.
Artık zor nefes alıyor ve konuşamıyordu. Onun için diliyle “Allah bir” diyemediği için îmânını parmak işâretiyle bildiriyordu. Bu ızdıraba fazla dayanamadı. Nefesi tükenip bayıldı. Ümeyye “öldü” zannedip terk etti orayı. (Devamı yarın)