Allah rızâsı için alıyorum ve veriyorum

Dinimizde dünya ve dünyalık olan şeyler değil, bunların sevgisi kötülenmiştir. Zira dünyâ sevgisi âhırete hâzırlanmaya mâni olur. Çünkü kalb, onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeye uğraşarak ibâdet yapamaz olur. Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Hadis-i şerifte;
(Dünyâya, burada kalacağınız kadar, âhırete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!) buyuruldu.

BİR?TÜCCAR…
Vaktkiyle Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü işitmiş olan bir tüccâr;
“Bu Allahın sevgili, velî kulu, kerâmetler sâhibi olan zât, acaba nasıl bir kimsedir” diye merak etmiş ve merakını gidermek için de Bağdat’a gitmiş. Bağdat’ta bulunduğu yeri öğrenmiş ve ziyâretine gitmiş. Dinleyenlerin arasına girmiş ve oturmuş. Bir de bakmış ki, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin üzerinde gayet kıymetli bir elbise ve omuzunda da çok kıymetli bir acem şalı olduğunu görmüş. Kendisi de tüccâr olduğu için, kendi kendine;
“Tüccâr olduğum hâlde, böyle bir elbise alamıyorum, giyemiyorum, hele böyle bir şal hiç kullanamıyorum, param yetişmiyor. Bu zâta bir de Allah adamı diyorlar. Allah adamı böyle mi olur? Benim giymediğim kıymetli elbiseyi giyiyor. Bu Allah adamı dedikleri tam bir dünyâ adamı. Dünyâ adamına Allah adamı diyorlar” diye düşünmüş. Tüccâr bu düşüncelerde iken, oraya fakir bir kimse gelir ve;
-Allah rızâsı için bir şey veren yok mu? diyerek, insanları tek tek dolaşır. Herkes çantasını, cüzdanını çıkarır, cüzi miktarlarda yardımda bulunurlar. Tüccâr da cüzi bir miktar çıkarıp fakire verir. Sıra Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine gelir ve fakir, Ona da;
-Allah rızâsı için bir şey verir misin? der. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri;
-Sırtımdaki şalı al buyurur. Fakir de şalı çekip alır ve gider. Ama o tüccârın da aklı beraber gider ve içinden;
“Vay canına kaç bin liralık şalı nasıl verdi” diye hayret eder ve bu işe aklı bir türlü ermez. O sırada da ziyâretçiler gelip gitmektedir. Bu arada başka bir tüccâr, elinde bir paketle, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin huzûruna gelir ve;
-Efendim, bu pakettekini âcizâne size hediyye getirdim Allah rızâsı için kabûl ediniz diye arzeder. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri;

OMZUMA?KOY…
-Aç bakalım, nedir o? diye sorar. Paket açılınca görürler ki, biraz evvel fakire verilen şal var içinde. Tüccâr;
-Efendim, biraz evvel, buraya gelirken, pazarda fakirin biri bunu satıyordu, baktım çok hoşuma gitti, çok kıymetli, ancak bunu zât-ı âlinize lâyık gördüm getirdim, Allah rızâsı için kabûl etmenizi yalvarırım der.
-Omzuma koy buyuruyor Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri. Sonra döner önceki tüccâra;
-Biz dünyâ malını kullanırız ama, Allah rızâsı için al diyorlar, ben de Allah rızâsı için alıyorum, öteki de geliyor, Allah rızâsı için istiyor, ona da veriyorum. Alırken de, verirken de elimi bile sürmüyorum buyurur.
Bu sözleri işiten tüccâr, kalkıp, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin ayaklarına kapanır, düşündüklerinden de tövbe eder.
Netice olarak, ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra faydası olanlar, dünyâdan sayılmaz, âhıretten sayılırlar. Çünkü dünyâ, âhıret için tarladır. Âhırete yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası böyledir. Dünyâda olanlar islâmiyyete uygun kullanılırsa, âhırete faydalı olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur. Mal iyi de değildir, kötü de değildir. İyilik, kötülük, onu kullanandadır. O hâlde, mel’ûn olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demektir. Hadis-i şerifde buyurulduğu gibi:
(Arzûsu âhıret olup, âhıret için çalışana, Allahü teâlâ dünyâyı hizmetçi yapar. Yalnız dünyâ için çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri karışık, üzüntüsü çok olur.)

Comments are closed.