Allahü teâlâ sabredenlerle beraberdir

Akıllı mümin muhasebesini yapar, kârını zararını hesaplar. Eğer karşılaştığı sıkıntıya sabrederse alacağı mükâfatın, kaybettiğinden daha fazla olacağını bilir ve rahatlar.

Çektiğimiz acılar, ızdıraplar, uğradığımız felaketler geçicidir. Allahü teâlânın lütfu ihsanı ise nihayetsizdir. Sonsuzun yanında sonlunun ne kıymeti olabilir?
Âdem aleyhisselâmdan beri gönderilen bütün semavi kitaplar insanları ebedi yurda (ahiret nimetlerine) davet içindir. Üç günlük dünyaya takılıp kalmasınlar diyedir… Dünya ile ahiret iki kumaya benzer ki birini razı edersen diğeri küser. İşte bu yüzden şeytan kin güttüğü insanlara dünyayı sevdirir, ta ki ahiret aklına gelmesin.
Dünyayı kendinize köle ederseniz ne âlâ, yoksa o sizi kendisine köle eder. Şehvet dizgini ile gırtlağınızdan yakalar, istediği yöne sürer.
EN BÜYÜK MUSİBET!..
Hazret-i Ömer buyuruyor: Başıma bir belâ geldiğinde üç şeyden dolayı hamd ediyorum
1- Dinime gelmediği için: En büyük musibet dine gelendir. Bütün dünya bir adamın olsa, sonra hepsi elinden çıksa ne kaybeder? Zaten fani idi, nasıl olsa bu saltanat kalmayacaktı ona…
Halbuki bir vakit namazı bilerek kazaya bırakmanın zararı kat be kat fazladır. Ahirette çok pişman olacaktır.
2- Daha büyüğü olmadığı için: Başa gelen musibet ne olursa olsun, daha büyüğü de olabilirdi. Parmağı kopanın eli, eli kopanın kolu kopabilirdi. Ebu Bekir Verrâk hazretleri buyuruyor ki: Başıma gelen belâlar önce büyük görünüyor. Günahlarımı hatırlayınca bakıyorum az bile geliyor!..
Otuz sene hapis yatması gereken birine üç sene verilirse sevinir. Hakime teşekkür eder hatta…
3- Ondan sevap umduğum için: Musibetlere sabredilirse hatalarımıza kefaret olur. Rabbimiz işlemiş olduğumuz günahların cezasını ya dünyada verir, ya öbür âlemde. Sevdiklerininkini burada  verir. Çünkü ahiretteki çok zordur.
Akıllı Müslüman fakirlik, hastalık, korku gibi musibetlere uğradığında Ömer (radıyallahü anh) gibi düşünmelidir.
Hazret-i Ali radıyallahü anh vasiyetinde bizleri ikaz eder: “Dünyada çekilen bütün belâ ve sıkıntılar cehennem azabına nisbeten hiçtir.”
Allahü teâlâ bir hadis-i kudside şöyle buyuruyor: “Kullarımdan birine bedeninde veya malında ve evlâdında bir musibet verdiğim zaman güzel bir sabır ile karşılarsa kıyamet günü ona hesap sormaktan hayâ ederim.”
Sabretmek insanoğluna mahsustur. Zira acıkır, susar, üşür, hasta olur. Melekler aş istemez, su istemez, sabretmeleri de gerekmez.
Hayvanlar ise akıldan mahrumdur, mükellef değildirler.
Kur’ân-ı kerimde 70’ten fazla âyet-i kerîme sabrı emir ve teşvik eder. Ki bunlardan biri de “Allahü teâlâ sabredenlerle beraberdir” müjdesidir.
DÜNYA İMTİHAN YERİDİR
Sabır üç türlü olur.
Birincisi ibadetleri yaparken karşılaşılan zorluklara sabır. Hacca gidenler uzun yollara, uykusuzluğa, sıcağa, izdihama tahammül edecek, oruç tutanlar aç kalacak, yemeden içmeden iftarı bekleyeceklerdir… Dünya imtihan yeridir, eğer sıkıntılar olmasa sâdıklar, riyakârlardan nasıl ayrılabilir? İbadetler zahiren güç görünseler de aslında zevklidir. Ruhun gıdasıdır.
Hasta insana evvelce sevdiği yemekler, hoşlandığı meyveler acı gelir. Tedavi olunca eskiye döner, ağzının tadı düzelir.
İbadetlerden lezzet almayan da mânen hastadır, iyileşirse taatlerin tadını duymaya başlayacak, ömrü bereketlenecektir.
İkincisi günah işlememek için sabretmek. 
Diyelim bir mümin nefsine yeniliyor, arzularının peşinde koşuyor. Allah muhafaza, burada “günahtan kaçmaya” sabredemeyenin, orada “ateşte yanmaya” sabretmesi gerekecektir.
Üçüncüsü hastalıklara belâlara sabretmek. 
Dert, hastalık istenmez, ancak, geldiğinde de kurtulmaya çalışmalıdır. Hekime gitmeli, tedavi olmalı, ilaç kullanmalıdır. Netice alınsın veya alınmasın sabırlı olmalıdır. Biz Rabbimizden razı olursak o da bizden razı olur. Allahü teâlâ hadis-i kudside şöyle buyuruyor: “Kim benim kazama teslim olmaz, belâma sabretmez ve nimetlerime şükretmezse kendisine benden başka bir râb bulsun!”

Comments are closed.