Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak

Dünyâ ve âhıret saâdetlerinin başı, en iyisi, Allahü teâlânın rızâsına, sevmesine kavuşmaktır. Buna kavuşabilmek için, evvelâ ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak, farz olan ibâdetleri yapmak ve sâlih olan müminleri sevmek lâzımdır. Bunları da, ihlâs ile yapmalıdır. İhlâs, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hâsıl olur.
Allahü teâlâ bir kulunu severse, âhırete yarar işler, iyi, güzel ameller yaptırır. Hadîs-i şerîfte;
(Amellerin, ibâdetlerin efdali, en kıymetlisi, bir mü’mini sevindirmek veyâ elbise vermek veyâ aç ise doyurmak veyâ herhangi bir ihtiyâcını karşılamaktır) buyuruldu.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyâçlarını sağlamasını nasîb etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, râhat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsân etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyârdır.”

ATEŞİ SÖNDÜRMENİN YOLU!..
Enes bin Mâlik hazretleri de;
“Bütün mahlûkâtı Allahü teâlâ yaratmıştır. Onların her türlü ihtiyâcını irâde ederek, yaratıp göndermektedir. Allahü teâlânın rızâsı için O’nun kullarına kim daha çok hizmet ederse, Allahü teâlâ da o kullarını o kadar çok sever” buyurmuştur.
Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, Allahü teâlânın bütün kullarına nehirler gibi sınırsız yardım eder ve;
“Allahü teâlâyı ibâdetler içinde en çok râzı eden ibâdet, zayıf ve mazlûmları sevindirmek ve rahatlatmaktır. Cehennem ateşinin söndürülmesinin en iyi yolu, açı doyurmak, susuz olanın susuzluğunu gidermek, ihtiyaç sâhibinin ihtiyâcını görmektir” buyururdu.
Abdullah Mürteiş hazretleri, tasavvuf yolunda ilerlemesine sebeb olan ibret verici hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:
“Babam, bulunduğumuz yerin ileri gelenlerindendi. Bir gün evin önünde otururken yanıma bir genç geldi. Sırtında hırka, başında eski bir külâh vardı. Benden bir şey istedi. Ben de içimden; ‘Sapasağlam bir genç olsun da, utanmadan dilencilik yapsın, olacak şey değil!’ diye düşündüm ve kendisine hiç cevap vermedim. Bana sertçe;
-Kalbine gelen şeyden, Allahü teâlâya sığınırım dedi. Bunu duyunca çok korktum ve kendimden geçerek yere düştüm. Kendime geldiğimde, herkes etrafıma toplanmıştı. O gencin gittiğini öğrendim. Çok üzüldüm ve yaptığıma çok pişman oldum. O gün böyle geçti. Gece olunca bu dert ve elem ile uyudum. Rüyâmda hazret-i Ali’yi gördüm. O genç de yanında idi. Bana:
“Keşke öyle düşünmeseydin ve buna bir şeyler verseydin. Allah rızâsı için hiç bir şey vermeyeni Allahü teâlâ sevmez.” buyurdu.

BÜTÜN SERVETİNİ DAĞITTI
Sabah olunca kendime âit ne varsa, hepsini, Allah rızâsı için ihtiyâcı olanlara dağıtıp, sefere çıktım. Bağdâd’a gelip ilim öğrenmeye başladım. On beş sene sonra babamın vefât ettiğini haber alıp, Nişâbur’a geldim. Babamdan bana çok büyük servet kalmıştı. Onu da Allah rızâsı için dağıtıp Bağdâd’a döndüm. O gencin, o bakışı hâlâ gözümün önünde. Devamlı üzülüp, pişman oluyordum…”
Netice olarak, Allahü teâlânın bir kimseden râzı olması, onu sevmesi için, o kimsenin, mutlaka Allahü teâlânın bir kulunu râzı etmesi gerekir. Herhangi bir kulu râzı edebilmek için de, cenâb-ı Hakka ve Onun yolundakilere teslim olmak şarttır. Teslim olmak çok güzeldir. İnsan, ya aklına, ya nefsine veya şeytana teslim olur. Allahü teâlâya, Onun bildirdiklerine ve Onun yolunda olan din büyüklerine teslim olan, kurtulur. Teslim olan, aklına uymaz. Çünkü gemiye binen, kaptana teslim olur. Zaten aklına, nefsine tâbi olacak olan, gemiye binmez. Allahü teâlânın rızâsı, sevmesi ve kurtulmanın yolu budur.