Allahü teâlânın rızâsını gözetmek

Dünyâ ve âhiret saâdetlerinin başı, en iyisi, Allahü teâlânın rızâsına, sevmesine kavuşmaktır. Allahü teâlâya yakın olmak, Onun sevmesine kavuşmak demektir. Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde;
(Ey Âdemoğulları! Sizi kendim için yarattım. Her şeyi de sizin için yarattım. Senin için yarattıklarım, seni, kendim için yaratılmış olduğundan men ve gâfil ve meşgûl etmesin) buyurmuştur.
Allahü teâlânın yapılmasını emrettiklerine farz, yasak ettiklerine ise, harâm denir. Farz veyâ harâm olmayan, serbest bırakılmış olanlara da, Mubâh denir. Farzları yapmaya, harâmlardan sakınmaya ve mubâhları Allah rızâsı için yapmaya İbâdet etmek denir. Bir ibâdetin sahîh ve makbûl olması yani doğru olması, Allahü teâlânın beğenmesi için, ilim yani doğru yapmanın şartlarını öğrenmek, amel yani şartlarına uygun yapmak ve ihlâs ile yapmak lâzımdır. İhlâs, para, mevki, şöhret gibi dünyâ menfaatlerini düşünmeyip, Allahü teâlâ emrettiği için, Onun rızâsını, sevgisini kazanmak için yapmaktır. İhlâs, her şeyi yalnız Allah rızâsı için yapmaktır. İhlâs, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hâsıl olur.

İLİM, AMEL VE İHLAS
İslâmiyyet, ilim, amel ve ihlâs olmak üzere üç kısımdır. Emirleri ve yasakları öğrenmek, öğrendiklerine tâbi olmak, bunları yalnız Allah rızâsı için yapmak lâzımdır. Kur’ân-ı kerîm, bu üçünü emretmekte ve övmektedir. İbâdetin kabûl olması için, niyyetin hâlis olması yani yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapılması lâzımdır. Bu ihlâsı elde etmek ise, kolay değildir.
Müslümanın, Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve rızâsını kazanmakta, gayretli olması lâzımdır. Dinin emirlerini yerine getirmekte gayretli olmak, îmânın kuvvetli olduğunu gösterir. Her zaman Allahü teâlâ için gayret etmek, gadaba gelmek iyidir. Hayvânî arzûlar için gayret etmek ise, iyi değildir. Her konuda, Allahü teâlânın rızâsı, kulun rızâsından önce gelir. İnsanlar beğenseler de, beğenmeseler de, İslâmiyyetin emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak lâzımdır.
Güzel huyların hepsi Resûlullah efendimizde toplanmıştı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değildi. Bir Müslümânın ismini söyleyerek, hiçbir zamân lanet etmemiş ve aslâ mübârek eli ile kimseyi dövmemiştir. Kendisi için, hiçbir şeyden intikam almamıştır. Allah için intikam alırdı. Bir kimse, Abdullah ibni Ömer hazretlerine gelerek;
-Efendim, Allah için, sizi çok seviyorum deyince;
-Ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen, ezânı tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun buyurdu.
Allahü teâlâya isyân edenleri, bid’ati yayanları ve zâlimleri sevmek, günâhtır. Hadîs-i şerîfte;
(Fâsıkın fıskına mâni olmaya kudret varken, kimse mâni olmazsa, Allahü teâlâ, bunların hepsine, dünyâda ve âhirette azâb yapar) buyuruldu.

YÛŞA ALEYHİSSELAMIN KAVMİ
Allahü teâlâ, Yûşa aleyhisselâma vahyederek;
-Kavminden kırk bin sâlih kimseye ve altmış bin fâsık kimseye azâb yapacağım! buyurunca;
-Yâ Rabbî! Fâsıklar, azâbı hak etmiştir. Sâlihlere azâb yapmanın sebebi nedir? diye arz edince;
-Benim gadab ettiklerime, onlar gadab etmedi. Birlikte yediler, içtiler buyurdu.
Ömer bin Abdülazîz hazretleri;
“Allahü teâlâ, bir kimse günâh işlediği için, başkalarına da azâb yapmaz ise de, açıkça günâh işliyenler görülüp de, görebilenler mâni olmadığı zamân, hepsine azâb yapar” buyurmuştur.
Netice olarak, insânların kızacakları işlerde, Allahü teâlânın rızâsına uyanları, Allahü teâlâ himâyesine alır, korur. İnsanların rızâsını gözetip, Rabbimizin rızâsına uymayanların, Allahü teâlânın gadâb edeceği işlerde insânların rızâsına uyanların işini ise, insânlara bırakır. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:
(Bir kimse insanların kızacakları şeyde Allahü teâlânın rızâsını ararsa, Allahü teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü teâlânın kızacağı şeyde, insanların rızâsını ararsa, Allahü teâlâ onun işini insanlara bırakır.)