Ana-babasını râzı eden, beni râzı etmiş olur

Ana-babaya iyilik etmek, onları zarardan ve sıkıntıdan korumak farz-ı ayndır. Ana-baba kâfir de olsalar, onlara iyilik etmek, hizmet etmek farzdır. Allahü teâlânın rızâsı, dinine bağlı olan ana-babanın rızâsına bağlıdır. Allahü teâlânın gazabı, dinine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Peygamber efendimiz;
(Cennet ana-babanın ayağı altındadır) buyurmuştur.
Yâni, insana dinini îmânını öğreten ananın-babanın rızâsındadır. Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim olsalar dahi onlara karşı gelmek, onlara sert konuşmak câiz değildir. Çeşitli vesilelerle, onların elleri öpülüp, duâları alınmalı, haklarını helâl ettirmelidir. Arada kırgınlıklar varsa, bir vesile ile giderilmelidir. Ana-baba çağırdığı zamân hemen emrine koşmalıdır. Allahü teâlâ, Mûsâ alehisselâma buyurdu ki:
(Yâ Mûsâ, günahlar içinde bir günah vardır ki benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da, ana-baba evlâdını çağırdığı zaman emrini dinlememesidir.)

ONLARIN DUASINI ALMALI…
Ana-baba, kızıp bir şey söylediği zaman onlara karşılık vermemelidir. Emrettikleri şeyleri bir an önce yapıp onların duâsını almalıdır. Onların üzülüp bedduâ etmelerinden korkmalıdır. Yanlış bir iş yapıp onları üzünce hemen ellerine sarılıp özür dilemelidir. İnsanın saâdeti ve felâketi onların kalblerinden gelen ve ağızlarından çıkacak olan sözdedir. Atılan ok tekrar geri gelmez. Onlar hayatta iken kıymetini bilip, hayır duâlarını almak lâzımdır. Vefâtlarından sonraki pişmanlık, fayda vermez. Onlar hayatta iken ne yapıp yapıp onları memnun etmelidir.
Îmânlı olup, Cehennemden en son çıkacaklar Allah yolunda olan ana-babasının İslâmiyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır. Allahü teâlâ, Mûsâ alehisselâma buyurdu ki:
(Yâ Mûsâ, ana-babasını râzı eden beni râzı etmiş olur. Ana babasını râzı edip bana âsî olan kimseyi dahi iyilerden sayarım. Ana-babasına âsî olan, bana mûtî olsa bile, onu fenâlar tarafına ilhâk ederim.)
Hasen-i Basrî hazretleri, Kâbe’yi tavâf ederken, sırtındaki zembil ile tavâf eden bir kimseyi görür ve;
-Arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen daha iyi olmaz mı? deyince, o kimse;
-Bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi kere buraya getirip tavâf ettirdim. Çünkü bana dinimi, îmânımı bu öğretti. Beni İslâm ahlâkı ile yetiştirdi, cevabını verir.
Hasen-i Basrî hazetleri bu kimsenin yaptığını çok beğenir ve ona hitaben;
-Babanı kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf ettirsen, fakat bir defa kalbini kırsan yaptığın hizmet boşa gider. Yine bir defa gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukabil olur, buyurur.

“NASIL ŞEFKATSİZ OLURLAR!..”
Eshâb-ı kirâmdan bir zât Peygamber efendimize;
-Yâ Resûlallah! Anam-babam çok şefkatsizdir, onlara nasıl itâ’at edeyim? diye arz edince, Resûlullah efendimiz cevaben;
-Annen seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak, besledi. İdâre ve mâişetini temin eyledi. Sana dinini îmânını öğrettiler. Seni İslâm terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu? buyururlar.
Ana-babanın ve hocanın günaha sokacak emirlerine itâ’at lâzım değildir. Meselâ, hırsızlık etmek, birini öldürmek için verilen emirleri yerine getirilmez. Ana-babanın ancak mubâh olan emirlerine uymak farzdır.
Netice olarak, gaflet veya şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbi kırılmışsa, derhâl onların rızâsını almaya çalışmalı, yalvarıp, minnet eylemeli ve onların gönlünü almaya çalışmalıdır. Zira ana-babanın, evlât üzerindeki hakları çok büyüktür. Bunu dâimâ göz önünde tutarak, ona göre hareket etmelidir. Anaya, babaya isyân etmek, karşı gelmek câiz değildir. Ana-babanın, itâ’at edilmesi gerekmeyen emirlerini de, bir özür, bir bahâne bularak yapmamalı, fakat bunun için de sert muâmele etmemeli, tatlı yumuşak söylemelidir.