Hâlid bin Saîd radıyallahü anh gizlice îmân etmiş, Mekke’nin gözden saklı yerlerinde gizli gizli ibâdet ediyordu. Babasınınsa haberi yoktu îmân ettiğinden. Bir gün, yine tenhâ bir yerde namâz kılıyordu ki, diğer kardeşinin nefes nefese geldiğini fark etti.
Çocuk geldi.
Ve seslendi:
“Hâlid! Babam seni çağırıyor!” Hâlid’in benzi soldu birden. Çünkü babası, azgın bir din düşmanıydı. Korku içinde gitti. Adam Hâlid’i görür görmez gürledi âdeta: “İşittiğim doğru mu?” “Evet baba doğru.” “Muhammed’in dînine mi girdin?” “Evet.”
Adam çıldırdı.
“Çabuk vazgeç!”
Hâlid her şeyi göze alıp; “Hayır, vazgeçmem!” dedi. Adam, elindeki kalın sopayı indirdi Hazret-i Hâlid’in başına. “Seni inatçı evlât! Bundan sonra sana aş ekmek yok!” Hazret-i Hâlid; “Hiç mühim değil. Benim rızkımı Allah verir” deyince, adam iyice çıktı çileden.
Sopayla dövdü.
Mahzene tıktı.
O kadar vurdu ki, elindeki kalın sopa, üstünde parçalandı genç sahâbînin. Hazret-i Hâlid, kanlar içinde kaldı. Mahzen de havasız ve karanlık bir yerdi. Üstelik daracıktı. Ama gönlü genişti Hâlid’in, gökler kadar. Ama babası?
Hastalandı.
Yatağa düştü.
Müslümânlara olan düşmanlığı giderek artıyordu. Bir gün, yumruklarını sıkıp; “İyileşirsem, hepsini öldüreceğim!” dedi. Onun bu zâlim niyeti, Hâlid’in kulağına ulaşınca çok üzüldü. “Ya iyileşirse?” dedi.
Bu, ihtimaldi.
Ama olabilirdi.
Bu endîşeyle kaldırdı bir gün ellerini. “Yâ Rabbî! Hasta yatağından kaldırma babamı!” diye yalvardı. Mazlumun duâsı perdesiz ulaşırmış Allah’a. Adam kalkamadı yatağından…