Fudayl bin Iyâd buyurur ki: “Belâ ve musibete uğrayanların acılarını paylaşarak ağlayınız. Sizin de onlar gibi, belki de daha şiddetli bir şekilde, günahlarınızın karşılığı olarak belâ ve musibete çarpılmanız muhtemeldir.”
Hazreti Fudayl, çoğu zaman yanında bulunan yemek ve paradan hapishanedekilere gönderir ve onlar için, “Bunlar muhtaç ve çaresiz kimselerdir” derdi.
Süfyan-ı Sevrî buyurur ki: “Biz öyle zatlara yetiştik ki onlar, Allahü teâlânın kazasına razı olmamak gibi bir duruma düşmemeleri için, hastalık ve belâlardan korkarlardı. Korkuları ancak bu sebeple idi. Vallahi ben, bir belâya müptelâ olsam, kendimden ne sadır olur bilmem. Allah korusun!”
Müslim bin Kuteybe buyurur ki: “Sıkıntılara karşı göğüs germek, en büyük bir mürüvvettir. Sağlıklarına yetiştiğimiz büyük zatlar, devlet işlerini uhdesine almayı büyük bir belâ ve imtihan addederlerdi. Şimdikiler ise bunun peşinde koşmaktadırlar. O zatların bir tanıdığı, devlet işlerinde bir vazife aldığı zaman şöyle duâ ederlerdi: “Allahım, artık ona bizi hatırlamayı unuttur. Tâ ki ne o bizi, ne de biz onu tanımış olalım.”
Yahya bin Hüseyin buyurur ki: “Hep selâmet isteyen kimse, belayı yüklenmiş olur. Belâların menşei, sıhhat ve afiyette daim olmaktır. Eğer Firavun biraz hastalık çekmiş olsaydı, tanrılık davasına kalkışamazdı.”
Aliyyül-Havvâs da şöyle buyurur: “Kulun ilmi ve ameli ile gösteriş yapması, belâların en büyüğüdür. Fakat bunun farkında olanlar pek azdır.”
Hazreti Lokman oğluna nasihat ederek şöyle buyurur: “Oğlum, ben çok ağır yükler, taş ve demirler taşıdım. Fakat borçtan daha ağır bir şey görmedim. Tatlı ve hoş yemekler yedim, güzel kadınlarla evlendim. Fakat afiyetten daha tatlı bir şey görmedim. Nice sıkıntılar ve acılar çektim fakat insanlara muhtaç olmaktan daha acı bir şey görmedim.”
Şarani hazretleri buyurur ki: “Bâzı büyüklerin, bir belâya uğradığı zaman yaptığı gibi, sakın sen ‘Allahım, eğer bunda senin rızan varsa bu belâyı artır’ deme. Çünkü belâları tam bir sabır ve rıza ile karşılayanlar, ancak peygamberlerdir.”