Ahmed Raufi Efendi, 1600’lü yıllarda İstanbul’da yaşadı.
Üsküdar’da vefat etti.
Kabr-i şerifi, Koca Sinan Paşa Câmii bahçesindedir.
“Ahmed” adında bir genç, bu zatı merak edip ziyaretine gitti bir gün.
İlk defa görecekti kendisini.
Mübarek de yaşlıydı.
Doksanın üzerindeydi.
Genci karşısında görünce ona ismiyle hitap edip:
“Hoş geldin Ahmed evlâdım, ben de seni bekliyordum” dedi.
Sonra yerinden kalktı.
Ve sevgiyle kucakladı onu.
Müsafaha ederken gencin elini öyle kuvvetli sıktı ki, kemikleri birbirine geçti delikanlının. Hatta bağırmamak için zor tuttu kendisini.
Çok da şaşırmıştı!
Mübarek fark etti.
Ve sordu hemen:
“Hayret ettin değil mi?”
“Evet efendim, çok şaşırdım!”
“Bu kuvvet, gençliğimdeki kuvvettir evlât… Hiç değişmedi.”
Merakla sordu genç:
“Bunu neye borçlusunuz hocam?”
“Helâl lokma yemeye” buyurdu.
Sonra sohbet ettiler.
Delikanlı zevkle dinliyordu.
O, son cümle olarak:
“Sözün özü şudur ki; ahirette cehennemden kurtulabilmek için İslâmiyet’e yapışmaktan başka çare yoktur. Asıl iş, İslâmiyet’i öğrenmek ve ona göre yaşamaktır” buyurdu.