Ebül Hayr Habeşî hazretleri “rahmetullahi aleyh” gençliğinde, birinin kölesiydi. Bir kula köle iken, asıl Efendisine kullukla meşgûl olurdu. Efendisi her zaman bir arzusu olup olmadığını sorar, bir şeyler istemesini arzu ederdi.
Ama o yok derdi.
Bir şey istemezdi.
Bir gün sıkıştırınca; “Eğer çok istiyorsan, beni Allah için âzâd et” buyurdu. O ise; “Yıllardır efendi sen, köle bendim. Seni ben çok önceden âzâd etmiştim” dedi.
O da ayrılıp gitti.
Bağdâd’a vardı.
Orada büyüklerden bir zâtı ziyârete gittiğinde, son nefesini vermek üzere olduğunu gördü. O büyük zât; “Ey Ebü’l-Hayr! Hicaz’a git. Aradığını orada bulursun” buyurdu.
Bunu emir bildi.
Mekke’ye gitti.
Yıllarca orada kalıp, oranın büyüklerinden istifâde etti. Cömertlikte eşi yoktu. Kendisi kimseden bir şey istemez, her hâcetini Allahü teâlâdan beklerdi.
TÂVÛS-ÜL HAREMEYN
Resûlullahın kabr-i şerîfine gittiğinde; “Esselâmü aleyküm, yâ Resûlissekâleyn” der, Efendimiz de her zaman; “Ve aleykesselâm, yâ Tâvûs-ül-Haremeyn” diye cevap buyururlardı.
UTANMAZ MISIN?
Kendisi anlatır ki: Altmış sene Mekke ve Medîne’de oturdum. Çok sıkıntılar çektim. Ne zaman bir kimseden bir şey istemeyi düşünsem, bir ses işitirdim.
Gâibten gelirdi.
Can kulağıma;
“Bize secde ettiğin yüzü, kulların önünde küçük düşürmekten utanmaz mısın?” der ve beni vazgeçirirdi…