Hâlid bin Saîd radıyallahü anh İslâmla ilk şereflenen bahtiyârların beşincisidir. Henüz îmân etmemişti ki, bir gece Cehennemi gördü rüyâda. Kendi de hemen kıyıcığında duruyordu. Kaynayan, homurdayan, fokurdayan bir ateş deryasıydı.
Korktu titredi.
Babası geldi.
Ve arkadan öz oğlunu bu çılgın ateşe itekledi. Hâlid tam düşmek üzereydi ki, Efendimiz aleyhisselâm yetişip, Onu yukarı çekti. Kurtulmuştu. Dehşet içinde uyandı. Sıçrayıp oturdu yatağının içinde.
Ve mırıldandı:
“Bu rüyâ hak!..”
Sıkıntıdan boğuluyordu. Ferahlamak için kendini sokağa attı. Tek tük geçen insanlardan bir dost çehresi arıyordu ki, hazret-i Ebû Bekir’i (radıyallahü anh) gördü ileride. “İşte aradığım adam!” dedi içinden. Sevinçle koşup anlattı rüyâsını.
O rüyâyı dinledi.
“Sahihtir” dedi.
Hâlid; “Tâbiri ne?” deyince, “Anlaşılan o ki, sen Onun dînine gireceksin” buyurdu. Hâlid iyice meraklanıp sordu: “Sen îmân ettin mi?”. “Evet” deyince, “Öyleyse ben de Ona gidiyorum” dedi.
Koştu o kapıya.
Kavuştu huzura.
Edeble sordu: “Yâ Ebel Kâsım! Sen insanları neye çağırıyorsun?” Efendimiz aleyhisselâm; “Eşi ve benzeri olmayan bir tek Allah’a, Muhammed’in de, Onun kulu ve Resûlü olduğuna îmân etmeye çağırıyorum. “Yâ Hâlid! Görmeyen, işitmeyen, kendisine tapanla tapmayanı ayıramayan taş parçalarına hiç ibâdet edilir mi?” buyurdu
Hâlid duygulandı.
Ve yüzü nurlandı.
Kalbinden; “Ne kadar doğru söylüyor” dedi ve Kelime-i şehâdeti okuyup Müslüman oldu. Babası ise küfür üzere ölüp gitti…