Seyyid Taha hazretleri, büyük bir veliydi.
İhlâsta Hazret-i Ebu Bekir’e benzerdi, şecaatte Hazret-i Ömer’e…
Hayâda Osman-ı Zinnureyn’e, evliyalıkta Aliyyül Mürteza’ya benzerdi…
Allah’tan çok korkardı!
Öyle ki bu korkunun çokluğundan eğilmişti boyun kemiği…
Heybetinden bakılmazdı yüzüne!
Böyle veli nadir gelirdi yeryüzüne.
Onu gören, âşık olurdu…
Sohbetini dileyense kâmil insan…
Hocasının emriyle Berdesur’a gitti.
Allah’ın kullarını irşat etti.
Sonra Nehri’ye yerleşti.
İnsanlar sohbetine gelirdi akın akın…
Bir ışık kaynağına üşüşen pervaneler gibi herkes her taraftan Nehri’ye koşuyordu…
Oraya giden, nura kavuşuyordu.
Nehri, nur menbaıydı sanki…
Hatta Nehri’ye abdestsiz girilmezdi.
Velhasıl Resulullahın yolu…
İlim, ahlâk ve edep…
Nehri’den yayılırdı hep.
Mektep ve medreseler…
Yüzlerce müderrisler…
Ve binlerce talebeler…
Orada ihyâ oluyordu.
Nehri’ye sanki nur yağıyordu…
Seyyid Taha hazretleri, ne zaman sohbete başlasa dinleyenler kendinden geçiyor, medresesinde her gün kazanlarla yemek pişiyordu…
Yalnız talebe değil, herkes yiyip içiyordu.
Bin yedi yüz hane…
On altı bin Müslüman…
O medreseden yiyip içiyordu o zaman.