Abdullah bin Süheyl (radıyallahü anh), Müslümanlığını gizlediyse de babası fark edip onu hapsetti.
Ve işkence yaptı.
Abdullah çaresizdi.
Efendimiz hicret edince o Mekke’de kaldı. Resulullah Efendimiz ve Müslümanlar Medine’de bir araya gelmiş, gün geçtikçe de güçleniyorlardı.
Müşrikler huzursuzdu…
Bunu hazmedemiyorlardı.
Bir an önce Müslümanları ve İslâmiyeti yok etmek istiyorlardı.
Bu yüzden Bedir Savaşına büyük bir intikam hırsıyla hazırlandılar.
Bu, Abdullah’ın işine yaradı.
Bedeni müşriklerleydi.
Ruhu, Resulullah ileydi.
Küfür ordusu arasında bulunmak istemiyordu ama Resulullah’a kavuşmak için başka da çare yoktu. Sabırsızlıkla o günü bekliyordu…
Günler böyle geçti.
Ve Bedir’e gelindi.
Sayıca Müslümanlardan kat kat fazla olan küfür ordusu Bedir’deki yerini almıştı. Teke tek vuruşmalar bitmiş ve iki ordu birbirine girmişti.
Savaş kızışmıştı.
İşte tam vaktiydi…
İslâm saflarına geçebilirdi artık. Ve geçti de. Artık o, günlerden beri hayaliyle yaşadığı o renkli dünyanın içine girmişti.
Bu, ruhuna gıdaydı
Bu, kalbine şifaydı.
O, şimdi müşriklere karşı Allah’ın Sevgilisinin yanında, Onunla yan yana, omuz omuza savaşıyordu.
Bu, ne büyük nimetti.
Ne üstün saadetti yâ Rabbi!..