Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) halifeliği zamanında bir deve palanını düşür- müştü. Halife o palanı alıp devenin peşinden süratle giderken terledi. Derken Hazret-i Ali (radıyallahü anh) ile karşılaştılar.
Hazret-i Ali;
“Yâ Emîr-el müminîn! Bu ne hâldir?” diye sordu.
Hazret-i Ömer;
“Ey kardeşim Ali. Bu deve beyt-ül-mal’ındır. Palanını düşürmüş. Onu bulup yine arkasına koymak isterim. Böylece hilafetimizde beyt-ül-mal’a ziyan vermiş olmayalım” buyurdu.
Ali bin Ebi Talib;
“Yâ Emîr-el müminîn! Birini gönderseniz olmaz mıydı?” deyince;
“Yâ Ali! Bu iş benim işimdir. Kıyamet günü benden sorarlar. Onun için kendi işimi kendim görüyorum” buyurdu.
O bu sözü işitti.
Bir “ah” çekti.
Sonra ağlayıp;
“Yâ Ömer! Sen, senden sonra gelenlere rahat koymadın. Zira onlar, senin gittiğin yolda gidemezler” dedi.
NİÇİN AĞLIYORSUN?
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir gün ağlıyordu.
“Niçin ağlarsın?” dediler.
Cevabında;
“Niçin ağlamayayım. Fırat kenarında bir oğlak zayi olsa, yarın kıyamet gününde Ömer’den sorulur!” buyurdu.
Yine naklolunur ki:
Bir yolda yürüyordu.
Yerde bir çöp gördü.
Bu saman çöpünü görünce; “Ne olaydı, ben bir saman çöpü olsaydım. Ne olaydı, annem beni doğurmasaydı. Ne olaydı, bilinen, hatırlanan bir kimse olmasaydım!” buyurdu.