Eşrefzâde Ahmed Ziyâeddin Efendi Bursa velîlerindendir. 1161’de (m. 1748) doğdu. Zübdetü’l-beyân tefsirinin sahibi amcası Abdülkadir Necib Efendi’nin yanında tahsilini tamamladı. Setbaşı’ndaki Çarşamba Dergâhı şeyhliğine getirildi. Emîr Sultan Camii vaizliğini de yürüten Ahmed Ziyâeddin Efendi 1198 (m. 1784)’da vefat etti.
Gülzâr-ı Sulehâ adlı eserinde şöyle anlatır:
Üstadımız, büyük dedemiz Eşrefzâde Abdullah-i Rûmî “Müzekkin-Nüfûs” isimli eserinde şöyle buyuruyor: Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma sordu, (Yâ Mûsâ! Benim için ne amel yaptın?) Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım ve oruç tuttum ve zekât verdim ve ismini çok zikrettim deyince, Allahü teâlâ, (Namaz kılmak, senin için burhândır. Oruç, seni Cehennemden koruyan kalkandır. Zekât, mahşer günü, herkes sıcaktan yanarken, sana gölge yapacaktır. Zikir de, o gün, karanlıkta, sana nûr olacaktır. Benim için ne yaptın?) buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Yâ Rabbî! Senin için olan amel nedir dedi. Allahü teâlâ, (Sevdiğim kulumu, benim için sevdin mi ve düşmanımı düşman bildin mi?) buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevdiği amelin, Onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu anladı… Sevgilinin sevdiklerini sevmek ve düşmanlarına düşman olmak, sevginin alâmetidir. Bu dostluk ve düşmanlık, seven kimsenin elinde değildir. Kendiliğinden hâsıl olur. Hâlbuki, başka ibâdetleri yapmak için, arzu ve niyet etmek lâzımdır. Dostun sevdiği kimseler, insâna güzel görünür. Düşmanlar da, çirkin görünür. Dünyadaki sevgilerin de, böyle olduğunu herkes bilir. Bir kimse, birisini seviyorum deyince, onun düşmanlarını düşman bilmedikçe, buna inanılmaz. Münâfık olduğu anlaşılır. Allahü teâlâ, Mümtehine sûresinde buyuruyor ki: (İbrâhîm aleyhisselâm ve Eshâbı, kâfirlere, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Size inanmıyoruz. Sizin, bir olan Allaha inandığınızı anlayıncaya kadar, aramızda düşmanlık olacaktır dediler. Bunların bu güzel hâlleri, size nümûne olmalıdır). Sonraki âyet-i kerimede, (Allahü teâlâya ve âhiret gününe inananlara, burada güzel nümûne vardır) buyurmaktadır. Bu âyet-i kerimeler gösteriyor ki, îman sahibi olmak için, bu düşmanlık şarttır ve Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, îmanı yok eder. Demek ki, sevgilinin düşmanlarını sevmemek lâzımdır.